"Önce Avrupa'yı mı eleştirelim, yoksa önce kendimize dönük bir özeleştiri mi yapalım" tercihleri arasında gidip geldiğimiz günleri yaşamaktayız.
Aslında aynı anda ikisini de yapmak mümkün ama biz buna pek alışkın değiliz. Siyasi tercihlerimize ve ideolojik yandaşlığımıza göre, bir bütünün sadece bize uygun gelen yanlarını görmek gibi bir alışkanlığımız var.
Bırakın onların ve bizim tarihimizi tam olarak anlamayı ve eleştirebilmeyi...
Bugünü anlamak da pek kolay değil. Çünkü Türkiye'de de dünyada da ve bu arada Avrupa'da da bir geçiş dönemi yaşanmakta...
Çin'de zaman ne kadar yavaş?
1960'lı yıllarda Komünist Çin lideri Mao'ya "1789 Fransız İhtilali'nin etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sorduklarında "Bu konuda konuşmak için çok erken" diye cevap vermişti... Bazı Amerikalılar Mao'nun bu cevabını alaya almışlar ve "Çin'in zaman anlayışı işte böyledir" demişlerdi. Bu Amerikalılar Çin'in yakın dünü ile bugünü arasındaki değişimi gördükten sonra Çin'in zaman anlayışı konusunda söylediklerini hatırlayıp utanmışlardır.
Bizdeki zamanın hızı...
Aynı çaptaki değişimi biz Türkiye'de de son 10 yılda yaşamadık mı? Cumhuriyet'in resmi ideolojisinin temel taşları olan "Jakoben laiklik" bu son 10 yılda "Demokratik sekülarizm"e, "Tek ırk, tek dil" de "Anayasal vatandaşlık"a ve "Farklılıkların kabulü"ne dönüşmedi mi? "Bürokratik vesayet"lerin tasfiyesi, Türkiye'nin kentlileşmesi, "Çevre"nin "Merkez"de ağırlığını koyması... Veya "Hizmet"in "Örgüt"e dönüşmesi...
Çin'in dünya kapitalizminin yıldızı olacağını 1960'larda düşünebilir miydik? Aynı şekilde Türkiye'nin bir turizm veya bir ihracat ülkesi olacağını da kim tahmin edebilirdi?
Gerçeklerden kaçış mı?
Bu müthiş değişimin farkına veya tadına varmak yerine "Biz adam olmayız" veya Batı'yı gösterip "Onlar aya biz yaya demek" herhalde daha kolaydır...
Bu arada Yeni Türkiye'yi anlayıp ona uyarlı yeni çözümler üretmek yerine içerikleri değişmeyen kısır polemikleri sürdürerek eski Türkiye'de yaşadığını zannetmek de, herhalde gerçeklerden bir kaçış yoludur.
İngiliz tarihini mizahi açıdan irdeleyen bir kitapta Kraliçe Victoria döneminin ünlü Başbakanı Gladstone (1809-98) için şöyle denilir:
"Gladstone son yıllarını İrlanda Sorunu'na çözümler aramaya çalışarak geçirdi. Ancak ne zaman bu çözüme yaklaştıysa, İrlandalılar gizlice sorunun içeriğini değiştiriyorlardı."
(1066 and All That: A Memorable History of England/ Sellar ve Yeatman)
İleri geri zekâlılar
Yeni Türkiye ile yeni dünya arasındaki interaktif ilişkilere de bu açıdan bakamaz mıyız? Düne kadar biz PKK terörü ile uğraşıyorduk ve Batı bizi uzaktan ama içeriden izliyordu.
Bugün ise hepimizin karşısında bir de IŞİD var, Esad sorunsalı var ve "Açılım Süreci"ni desteklemek yerine çözümü ertelemek için sürekli içerik değiştirmeye çalışanlar var... Ve bu arada bazı ileri geri zekâlılar da Paris'teki terör eylemine neden olan öğeleri bizim siyasal ortamımıza taşımaya çalışmıyorlar mı?
Ne dersiniz önce Avrupa'yı mı yoksa kendimizi mi eleştirelim?