Hafifçe saçlarımı dağıtıp geçti rüzgâr.
Yeni açmış gülün kavuniçi yapraklarından birkaçını emaye tepsinin üzerine savurdu.
Birini yakalayıp parmaklarımın arasında tuttum. İpeksi bir yumuşaklığı vardı.
İçimden "şimdi burada bir kız çocuğu olsaydı, üzerinde kırmızı hareler bulunan bu yaprağı belki hatıra defterinin arasında saklardı" diye geçirdim.
Sonra rüzgâr hızla balkonu terk etti.
Rüzgâr, sadece esmez.
Bunu Çeşme zamanlarımda öğrendim.
Konuşmak ister.
Kulak verirsen eğer, çoğu zaman fısıldayarak, bazen öfkeli, yani uğuldayarak konuşur.
Başka sesleri de taşıyıp getirir. Bazen bir piyanonun, bazen açık kalmış televizyonun, hatta mutfakta çocuklara öğlen yemeği hazırlarken şarkılar mırıldanan bir annenin müşfik sesini...
Bunları durup dinlemeyen taş kesilmiş sayılır.
***
Yok, rüzgârı yazmayacağım.
Kulak vermeyi yazmak istiyorum.
Dinlemeyi.
Çünkü az sonra içeri girdim. Panjurları kapadım. Kedinin mamasını koydum. Hızla giyinip
dostlarla laflamak üzere çıktım.
Havadan sudan konuşmak bile güzel, gerçekten havadan sudansa...
Çünkü hava güzel, su güzel!
Canım sıkkındı sanırım çok konuştum ama dinledim de.
Bir an fark ettim ki,
dinledikçe güzelleşiyor dünya.
Ve ne kadar az dinliyoruz birbirimizi. Yalnız birbirimizi mi?
Şehri de, sokağı da, çevremizdeki diğer bütün sesleri de hiç dinlemiyoruz.
Parazit sanıyoruz, kakofoni gibi geliyor, yanılıyoruz.
Kulak versek oysa...
Hepsi açık seçik cümleler kuruyor.
Şimdi
Kanlıca'da bu satırları yazarken
ayaklarımın dibinde uyumaya çalışan sokak köpeğinin soluk alıp verişleri de...
***
Bakmayın, görmediğime inanmam diyenlere...
İnsan dinlediklerine inanmaya eğilimlidir.
Problem midir bu? Bazen.
Ama aslında "
hikmetli" bir hakikattir.
Gözünü açarsan belki "
uyanık" olursun, belki uyutulursun. Beynine gider ne varsa...
Kulak verirsen...
Ah! İşte o zaman kalbe açılır yol.
Tabii yaşadığımız çağ "
ben diyorum bayram haftası, sen diyorsun mangal tahtası" diye yakınmaların çağı.
Eh, kimse kimseyi dinlemeden sadece anlatmak hevesine düşünce öyle oluyor.
Ama bir yerden başlamalı.
Durup bakmaktan söz ettim yıllarca.
Şimdi diyorum ki,
susup dinlemeye başlamanın da zamanı da geldi, geçiyor.
Bir keresinde "
E iyi ama dinlediklerimin çoğu saçma sapan şeyler!" demişti zeki bir genç adam. Zekânın böyle zaafları var, malum.
"
Bazen dinlediklerini boş vermelisin, inan ki, asıl dinlemek güzel" diyemedim ona. İçimde kaldı.
Bari buraya yazayım.