Pazar notları:
Gün her seferinde lütuf olarak doğuyor. Fakat akşamlar... "Akşamlar alışkanlıkla geliyor." (Christian Bobin, Eksik Parça)
***
Bir şehri, bir semti, bir evi sevip sevemeyeceğiniz birkaç akşam geçirdikten sonra belli olur. Akşamın o ilk saatleri kritiktir! Karanlık indiğinde içiniz de kararmıyorsa, devam edebilirsiniz. Sonra
gecenin gücü akşamın melankolisini bastırır ve her şey ağır ağır yerli yerine oturur.
***
Gecenin koynuna girdiğinde
içi ışıl ışıl olan ben...
***
Belki de
Leyla'sının ( "zifiri gece") peşinde mecnunum ben...
***
Geceyi "
kendinle baş başa kalmak" sananlar var. Başlangıçta öyle sanılır. Oysa geceyi sevip sevişmek aslında "
kendinden bile gitmek"tir. Belki "
gecenin bize bir ayet kılınışı" da bundan sonra anlaşılır.
***
Ama zaman akıp geçtikçe; uzun yıllar geride bırakılıp yaşlar üst üste bindikçe, gün doğumları başka bir anlam kazanıyor.
Hiçbir sabahı kaçırmak istemiyorsun. Yeni doğmuş bebeğinin üzerine titrer gibi kucaklıyorsun güneşi.
***
Rilke hep haklı: "
Her türlü anlam misafirdir sadece."
***
Mutlak sessizlik yoktur. Bizi durduran, yatıştıran, alnımıza dualar üfleyen, durup dururken sevindiren sesler vardır. Bir ikindi vakti kasaba fırınından yeni çıkmış ekmeği sepetine atmış bir bisikletli pedal ve zincir takırtılarıyla evin önünden geçmese... Şehrin orta yerinde, bir mayıs sabahı oda havalansın diye pencereyi açtığında hani, bülbül sesleri içeri dolup seni şaşkınlığa uğratmasa... Sessizlik mi olurmuş!
***
Ah şu "
iyi vakit geçirmek arzusu" denen modern virüs! Nasıl da hızla yayılıyor! Bir bakın, iyi vakit geçiren fakat çok mutsuz yığınla insan var göreceksiniz. Öyle bir virüs ki bu, ilk önce
merhamet ve şefkat duygularını yiyip bitiriyor.
***
Bitmeyecek bu sıkıntı... Ödevlerimizi yük, işlerimizi aşk, aşklarımızı iş, arkadan itildiğimiz yolları serüven sandığımız sürece, bitmeyecek!