"Eski arkadaşlarımla buluşmalara son verdim" dedi.
Yüzünde yeni yetmelerdekine benzer bir öfkenin izleri vardı. Oysa artık otuzlarının sonuna yaklaşmıştı.
İçimizden biri "Ne oldu şimdi birdenbire?" diye sordu.
Ona cevap vermedi.
Bana dönüp "Siz yazılarınızda sohbetten falan söz ediyorsunuz ya, var mı öyle bir şey hakikaten?" diye sordu.
Duraksadım.
Sonra mırıldandım: "Ben de geç fark ettim, şükür ki, var!"
Kırgın ve öfkeli gözleriyle bakıp "bu yaşa geldik, bizde hâlâ yok" dedi; "sadece laf sokma var, can yakma var, hep anlatıp hiç dinlememek var... Öyle yani!"
***
O sırada tanıdığım pek çok kişinin benzer şikâyetlerini hatırladım.
Yakın arkadaşlık denilen şey artık ortak dil ve anlam yoksunluğundan çekiyor.
Örtülü üstünlük yarışı, ünlülük taklidi ve koyu bir benmerkezcilik salgın hastalık gibi yayılıyor.
Yaşını başını almış insanlar dahi iki çift laf etmek için bir araya geldiğinde birbirine "
can katmak" yerine birbirinin canını yakmayı tercih ediyor.
Zaten kendimizle öyle meşgulüz ki, birbirimizin halini kalpten umursamıyoruz.
Eh, nasıl
hasbıhal edelim?
***
Dünyayı, hayatı ve başkalarını
anlamak istemezsek, "
anlam" da kaybolup gidiyor.
Kendimize bir "
iç" inşa etmemişsek,
içtenliğimiz de bir vitrin manzarasından öteye geçmiyor.
Şimdi üst üste kelime oyunları yaptığımı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Bunları söylüyorum; çünkü
bir konuşmayı sohbet kılan şey ortak anlam arayışı ve içtenliktir.
Sohbet hesaba vurulmamış bir sevginin kabulüyle başlar.
Medya kültürü ve kariyer koşturması bu ön kabulü bizden çekip aldı. Artık çatışma ihtimali, sevme ihtimalinden hep daha yüksek.
Sonrası malum...
Kuytulara çekilen
has muhabbet ortamları yerine her köşeye yayılan "
geyik muhabbeti" merakı!
Kaybolan sevgi yerine gizli hınç ve haset!