Çok kavga gürültümüz var.
En güçlü politikaların bile nüfuz edemediği çok ciddi günlük hayat dertlerimiz var...
Üstelik hani "büyük resim" deyip duruyorlar ya...
O resimde huysuz, huzursuz rüzgârlar hiç eksik olmuyor.
"İktisat" deseniz, rakamların dünyası fırından yeni çıkmış sıcacık bir ekmeği bölüşmeye hiç benzemiyor.
Yine de halkın geniş kesimlerindeki "Yeni Türkiye"ye karşı güven ve umut duygusu dimdik ayakta.
Bazı sosyal bilimciler bu duruma akıl erdiremiyormuş...
Normal!
Neden mi?
Çünkü samimiyetsizliğiyle maruf siyaset ve kültür seçkinleri sınıfının asırlık iktidarından nihayet kurtulmuş olmanın ferahlığını ancak yaşayan bilir.
Sosyal bilimlerin anlamak için henüz gerekli donanıma sahip olmadığı bir şey bu. Fakat halk için öyle değil. Onlar samimiyetsiz tayfanın yavaş yavaş kültür ve siyaset hiyerarşisinden çekilip evlerine dönüşünü bayram havasıyla yaşıyor.
***
Geçen gün çok değerli hekim ve şair
Hüsrev Hatemi'nin hatıralarını okurken şu satırların altını çizdim.
"Halk müziğini hiç sevmeyen bazı yaşıtlarım,
Ruhi Su dinlemek için Beyoğlu'nda bir lokale koşturmaya başladı. Ağızlarını besmele ziyaret etmemiş hanım ve beyler 'zamane entelliği' icabı
Pir Sultan dinliyor ve eşlik ediyorlardı.
Bir köylüyle iki dakikalık sohbetten sıkılan bu tipleri o nefesleri dinlerken yapmacık bir huşu ile kırk yıllık tarikat mensubu gibi iki yana sallanırken gördüm."
Hatemi'nin anlattıklarına yeni yetmelik çağımda şahit olmuştum. İbretlikti.
Halktan tiksinen ve Osmanlı denince nereye kaçacağını bilemeyen operacı ahbaplarımız koltuklarının altında
Ruhi Su'nun "
Yemen Türküsü"nü şan tarzında icra ettiği plakla dolaşır olmuşlardı.
***
Sonra geçti mi bunlar? Hayır!
Hatta bazı halk çocuklarını yanlarına devşirdiler.
Bugünden örnek vereyim..
Hiç klasik müzik dinlemeyen, basit bir
Chopin etüdüne bile tahammül edemeyen insanlar
Fazıl Say konserlerine müdavim yazıldılar.
Bunlardan biri "
konser harikaydı, muhteşemdi,
olağanüstüydü" diye yazınca, "nereden biliyorsun,
bugüne kadar kaç Beethoven yorumu dinledin de bu kararı verdin?" diye sorunca, bana çok bozulmuş, bağırıp çağırmıştı.
Bu yalandan kültür siyasetinin bir anda tuzla buz olmasını önlemek için başka çaresi yoktu.
***
Sanatsal, kültürel ve fazlasıyla sembolik bir şey anlattığımı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.
Bu samimiyetsizlik...
Bu yalan rüzgârı baştan aşağı
siyasal bir tutum ve olgudur.
Gündelikçisine iyi davranınca, kendisini sosyalist sanan aydınlar(!); keyfine göre önce Osman Pamukoğlu'nun, sonra Murat Karayılan'ın halkla ilişkilerini yapan gazeteciler; çok seküler olmasına rağmen mutaassıp ve karanlık bir yapıya borazan olan siyasetçiler nasıl ortaya çıktılar sanıyorsunuz?