Ne zaman "yakın tarihimizin acı olaylarıyla yüzleşmek" meselesi gündeme gelse, irkilip itiraz edenler var.
İçindeki karanlığı sürdürmek üzere itiraz edenleri dikkate almıyorum.
Fakat iyi niyetle ya bu yüzleşmelerden sonra birbirimizle bağlarımız zayıflarsa; milletin kendine güven duygusu sarsılırsa diye korkanlara bir çift sözüm var.
Bir kere adabınca gerçekleştirilen "yüzleşme"ler; yani acıların ve hataların tespiti "yarayı kaşımak" değil, "yaraya merhem" niteliğindedir.
Bilmeliyiz ki, tarihsel yaralar toplumsal hafızadan asla silinmezler.
O halde, nasıl kişisel hayatımızda helalleşme ve tevbeyi savunuyorsak, benzer tutumların tarih karşısında da takınılması gerekir.
***
Benim kuşağım için aralık ayı
Maraş faciası demektir.
1978'de 16 Aralık'ta başlayan ve 27 Aralık'a kadar Alevilerin yaşadığı mahallelere saldırılarla süren olaylardan söz ediyorum.
Çoluk çocuk 150 kişi katledilmişti.
O tarihte bazı gazetelere serbest muhabirlik yapan bir üniversite öğrencisiydim.
Ajansların geçtiği korkunç fotoğrafları gördüm. Unutamam! Hayır! O fotoğraflar şimdi Google taramasında karşılaştıklarınızdan daha da korkunçtu.
Babıali'ye gelen
birtakım kara gözlüklü, laci takımlı adamlar filmleri aldılar, basılmış hallerini topladılar. Bazı erken baskılar matbaadan toplatıldı.
***
Maraş olaylarına bir daha bakacaksak, temel gayemiz toplumu birbirine kırdıran
derin devlet örgütlenmesini yakından tanımak olmalı.
Kara dergisinin bu sayısında
Rıdvan Akar geçmişte toplayıp kitaplaştırdığı bilgileri bir kez daha kaleme almış.
İnsan okurken ürperiyor ve şu sorular yeniden zihninde canlanıyor...
Türkiye, mesela
bir darbe yolunda ne zaman ve nasıl geri dönülmez noktaya götürülüyor?
ABD Büyükelçiliği'nde ikinci kâtiplik yapan biri
bazı illeri dolaştıktan hemen sonra orada nasıl korkunç olaylar patlak veriyor?
Dönemin Başbakanı Ecevit "müdahale edin" diye yalvardığında,
Genelkurmay Başkanı Kenan Evren nasıl büyük bir rahatlıkla "gücüm yok" diyebiliyor? Neden?
Yakın tarih diyoruz ama bunlar günümüz gençlerinin bilmediği şeyler.