"Ne yazık ki, halk sanattan uzak tutuluyor" diyor radyodaki tok ses. "Sanat" derken huşu içinde titriyor sanki.
Merakla kulak veriyorum.
Acaba, diyorum içimden, orta-üst sınıfları saran şiirsiz, hikâyesiz ve zevksiz "tüketim koşturmacası"ndan mı söz edecek?
Ne gezer!
Beyefendi devlet tiyatrolarındanmış…
"Tiyatrosuz, balesiz, operasız kitleler"in siyaseten "uykuda" olduğuna iman etmiş, onu anlatıyor.
Ezik ve yenik fakat seçkinci bir kibir var sesinde.
"Hayatın ruhlarımızda bıraktığı tahribatın tiyatro sanatıyla onarılacağını" anlatıyor.
Şimdi kalkıp yakalasak bu beyefendiyi…
Zamanında Doğu Avrupa ülkelerinde her köşe başında bir tiyatro ve bale salonu olduğunu ama insanların depresif robotlara dönüştüğünü anlatsak…
Ya da New Yorkluların hangi ruhsal derdine Broadway'in ilaç olduğunu sorsak…
Neye yarar? Hiç!
Erken cumhuriyetin kültür klişelerini ezberlemiş papağan gibi tekrarlıyor.
Hiç değişmediler.
Nasıl doktriner bir eğitim alıyorlarsa artık, iddialarının apaçık saçmalığını hiç fark etmediler.
Tiyatro, opera, klasik müzik sevip de kendileri gibi kutsallaştırmayanların varlığına bir türlü inanamadılar.
Sonra? Sonrası ortada… Gelsin, devlet çok sesli müzik korosundan "oy madımak, teke tüke sakalı" türküsünün içe fenalıklar veren icrası…