Heh heh, sizi kandırdım, birkaç gündür Milano'dayım. Kardan fırsat bulursam döneceğim.
Bunu, toprakları bol olsun Alan Turing ve Steve Jobs'a borçluyum tabii... Bizim "dizüstü" dizimin üstünde değilse bile otel odasının masasında.
Yok efendim, alışverişe değil, operaya geldik. (Burada kadınları çıldırtacak mallar var ama fiyatlar da kocalarını çıldırtabilir.)
Aykırı adamız ya, kimisi başbakanla Davos'ta, kimisi Beştepe'de yemekte, biz Milano'da, La Scala'da... "Dünya gözüyle" Scala'yı göreyim, görmeden gitmeyeyim istedim.
Hani bazı arkadaşların bir fantezisi vardır, para kazandıkları zaman yakınlarını bir uçağa doldurup Scala'da opera seyretmeye, oradan da yemeğe götürmek... Kendilerine, çıkınca, hemen elli metre yakında Don Carlos lokantasını tavsiye edeceğim, bu kıyağımı unutmasınlar. Galleria içindeki Savini'ye yöneleceklerdir makarna yemeye, burası daha iyi.
Geçen akşam güzel bir Rigoletto seyrettim.
Bunu Atatürk'e borçluyum.
Dönüşte biletlerimizi Genelkurmay Başkanlığı'na teslim edeceğim (platea destra, fila N, posti 8-9)...
Bazı vatandaşlar Atatürk sayesinde opera izler olmuşlar ya, biz de geri kalmayalım.
Dünyanın şu anda "duayen" baritonu sayılan, "yılların eskitemediği" Leo Nucci oynuyordu (genç boynuzlar kulakları aşıyor, bir Samuel Ramey ondan daha iyidir.)
Mantova Dükası rolünde Vittorio Grigolo'yu dinlemek niyetiyle gelmiştik, son dakikada onun yerine Piero Pretti çıkmış... Temiz okudu, güzel okudu ama "büyük" bir ses değil. (Şu anda dünyanın en baba tenorları da bu fakire sorarsanız Rolando Villazon ve Carlos Alvarez... İkisi de bir Placido Domingo kadar iyidir... Benim adamım aslında Salvatore Licitra'ydı ama çok genç yaşta bir motosiklet kazasında kaybettik...)
Aslına bakarsanız her zaman favorim, Pavarotti falan değil, eskilerden Jüssi Björling olmuştur. (Murat Bardakçı bilir.)
Bugüne kadar gördüğüm ilk "esmer" Gilda'da Nadine Sierra da başarılıydı. Hep sarışınlardan dinlemeye alışmıştık, Katia Ricciarelli falan... Son yıllarda da bir Alman sopranosu kadar iri kalçalı Alman sopranosu Diana Damrau bu rolde temayüz etti.
Bütün bunların zevkine Atatürk sayesinde vardım.
O gelmeden önce ağaç kovuğunda yaşadığımız için ülkemizde operadan falan kimsenin haberi yoktu. Sultan hanımlar da piyano ve kemanla Beethoven çaldıklarını sanıyorlar, aslında bahriye çiftetellisi meşkediyorlardı.
İşe bakın ki, "gerici" Abdülhamid de bencileyin operaya düşkünmüş.
İstanbul'a gelen operacıları hiç kaçırmayıp Yıldız tiyatrosunda özel olarak izlediği, en çok da Rigoletto'yu sevdiği bilinir. "La Traviata"ya konu olan "Kamelyalı Kadın" romanıyla operanın kendisini karıştırıp "Madam Kamelya" dediği de malumdur.
Peki Abdülhamid opera zevkini kime borçluydu acaba?
Daha ziyade "Vardar Ovası" ve "Yanık Ömer" terennüm eden büyük öndere borçlu olamayacağına göre?