İstanbul sermayesinin sözcülerinden, değerli ağabeyimiz Güngör Uras, cumhuriyetin ilk dönemini ve eski bayramlarını özetlemiş.
Birlikte okuyalım:
"Babam, esas işi yanında, memur olarak bulunduğu kasabanın Hilal-i Ahmer Cemiyeti Reisliği'ni, Tayyare Cemiyeti Reisliği'ni, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Başkanlığı'nı da üstlenirdi.
(...) Sonra Ankara'ya taşındık. Babam, 'birinci sınıf devlet memuru' olarak (bir zamanlar 'birinci sınıf devlet memuru' olmak çok önemli bir şeydi), sabah TBMM'deki resm-i kabule gider, öğlen annemi ve beni yanına alarak Ankara Hipodromu'ndaki resm-i geçitte hazır bulunur, akşam da annem ile Ankara Palas'taki Cumhuriyet Balosu'na katılırdı."
Bu muhabbette halk nerededir?
Cumhuriyetin cumhuruna ne olmuştur, yer yarılıp da içine mi girmiştir?
Yoktur. Bir memurun hem CHP başkanı, hem şu kuruluşun hem bu kuruluşun başkanı olduğu, bürokrasinin Cumhuriyet Bayramı'nda "kendi çalıp kendi oynadığı" bir dönemdir.
Vali hem ilin en büyük mülki amiri hem de tek partinin il başkanıdır. Hâkim de, savcı da, polis de parti yöneticisine bağlıdır, ki o da genellikle Sayın Uras'ın babası gibi emekli subaydır.
Şimdi o memurun çocuğu "nerede o eski coşku" diye ağlıyor.
Aradan 92 yıl geçti. O eski coşkular de kalmadı, o eski karnıyarıklar da. Fransa'da da kimse 14 Temmuz günleri artık sokaklarda akordeon çalıp dans etmiyor ki...
Coşkuyu ve karnıyarığı bilmem ama halk, cumhurbaşkanının yanında.
Kuşadası'nda bir bebeği boğulmaktan kurtaran balıkçı Recep, PKK'nın yaraladığı askerlere bakan hemşire Emine, yerde on beş bin lira bulup sahibine ulaştıran fırıncı Dinçer, cumhurbaşkanının resepsiyonuna katılıyorlar... Muhtarlar zaten sık sık oradalar.
Memurun çocuğu "cumhuriyet elden gitti" diye ağlıyor.
Evet, öyle oldu.
Bürokrasinin elinden gitti, halkın eline geçti.
Türk milleti, az zamanda büyük işler başardık, en büyük bayramdır bu, kutlu olsun!