Boş konuşmanın kolay ve ucuz olduğunu, üstelik bu memlekette insana itibar bile kazandırdığını söylemiştik...
Örneğin meyhane çıkışında rakılı kafayla "silahlar sussun" diye demeç patlatan entellerin boş konuşmaları...
Muhalif gazete yazarları da akıldanelere ve allamelere bakıp hizaya geliyorlar.
Bilineni tekrarlayıp bir de edebiyat yapacaksın, çocuklar ölmesin, şeker de yiyebilsinler... Hiçkimse kalkıp da "çocuklar ölsün, şeker meker de yemesinler, sağlığa zararlı" demez.
"Silahların susması barış demek değildir" diyorlar. Elbette barış değildir, mütarekedir. Osmanlıcası böyledir, Türkçe'de ateşkes denir.
İlkokulda öğretiyorlar, Mondros mütarekesi, Mudanya mütarekesi falan filan.
"Barış PKK'nın geri çekilmesi değil, Kürt sorununun çözülmesidir" yazıyorlar. "Türkiye'nin demokratikleşmesidir, gerçek barış ancak öyle gelir."
Evet, geçen gün de dedik ya, mevsimler de dörde ayrılır, ilkbahar, yaz, sonbahar, kış...
İlkbaharda göçmen kuşlar gelirler, sonbaharda göçmen kuşlar giderler... İlkokul kompozisyonunu yazı diye yazana da muhalif basında köşe yazarı derler...
Demokratikleşme isteyeceksin, sonra da dönüp Kürt kimliğini tanıyan, Kürtçe konuşmayı yasak olmaktan çıkaran, Kürtçe gazete ve kitap yayınlanmasına olanak sağlayan, Kürtçe televizyon bile kuran adama etmediğin hakaret kalmayacak...
Nankörlük yarışında Kürt politikacıları ve muhalif Türk gazetecileri birbirlerine bir türlü üstünlük sağlayamadılar maşallah!
Demokratikleşme istiyorlar...
Tek yolu, 258 kişiyle meclise girmiş AKP ile 80 kişiyle meclise girmiş HDP'nin hemen bir "demokratik koalisyon" için anlaşmasıydı. AKP buna hazırdı. Hayır diyemezdi, demezdi.
Yeni hükümet sıcaklara kalmadan, daha bir ay önce kurulmuştu da şimdi harıl harıl yeni ve demokratik bir anayasa metnini yazmaya başlamıştı bile!
Sonbaharda bu iş biter, yılbaşında meclisten geçer, baharda halk oyuna sunulabilirdi, bizim de bir 2016 Anayasamız olurdu.
Bu anayasada başkanlık sistemi, dar bölgeli iki turlu seçim ve Kürtler'e özerklik de yer alırdı. İstanbul sermayesi ve onun yayın organları çemkirirler, bürokrasi ve faşistler homurdanırlardı ama halk onaylayınca kimse ağzını açamazdı.
Buyurun işte, "seni başkan yaptırmayacağız, biz de kol saati alacağız"... İstedikleri bu muydu?
PKK'nın kaçıncı kere masaya tekme atmasıdır bu?
Şimdi kol saatine bir miktar da bomba eklendi.
Barış yerine savaşı yeniden başlatmayı ve utanmadan da suçu cumhurbaşkanının üstüne atmayı tercih ettiler.
Muhalif basının şabalakları fena halde yanılıyorlar: Adamların derdi çözüm mözüm, barış marış, demokrasi memokrasi değil, bağımsızlıktır.
Ama boşuna mürekkep tüketiyorlar, bu sıcakta kimse okumaz.
Zarar yok, sayfa dolar, maaş işler, daha ne?