Dün Kıbrıs'ta başkanlık seçimi vardı. Bütün yurtta, dış temsilciliklerimizde ve yavru vatanda değil tabii, yalnızca KKTC isimli, dünyada kimsenin tanımadığı, Türkiye'ye bağımlı uydu devlette.
(Ne garip, kaşalotlar inanmayacaklar ama bendeniz uyduya "peyk" denildiği devirlere de yetiştim. Yapay uyduya "suni peyk" denirdi, özel otomobile de "hususi"... Sağlık Bakanlığı'nın Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti olduğunu hatırlarım.)
Bu yazıyı pazar gündüzden yazıyorum, siz sonucu okumuşsunuzdur. Büyük bir ihtimalle ikinci tura kalması bekleniyordu...
Öyle ya da böyle, bu seçim Türkiye'de, Ankara'nın "siyasi mahfilleri" hariç, kimsenin umurunda değildi. Bugün de olmayacak, eğer kalırsa bizim burada hiçkimse heyecan içinde ikinci turu iple çekmeyecek.
Adaylara bakalım: Mustafa Onurer, Kıbrıs Sosyalist Partisi'nin adayı... Sibel Siber, Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin adayı... Kudret Özersay, bağımsız... Derviş Eroğlu, bağımsız... Mustafa Ulaş, bağımsız... Mustafa Akıncı, bağımsız... Arif Salih Kırdağ, bağımsız...
Çevremde soruşturdum, Eroğlu dışında hiçbirinin ismini kimse duymamış.
(Çoğu da Mustafa Nazmi, Ahmet Selahattin, Ayşe Mehmet gibi "Atatürk devrimlerinin uzağında kalan" isim ve soyisimlerden kurtulmuş, "bizim gibi" adlar taşıyor... Öte yandan Azeri kardeşlerimiz "Hasanov, Hüseyinov" olmaktan bir türlü kurtulamadılar!)
Bu adayların biri ya da öteki arasında ne fark olduğu da belli değildi.
"Sosyalist" adayı anladık da, kazanması durumunda "Türkiye'nin icazeti olmadan" sosyalizm yapabileceğini, bizim buranın sosyalistleri bile hayal edemezler herhalde...
Gerçek şu ki, bu adaylardan biri ya da öteki kazansa, bir tür "Türkiye'nin genel valisi" olmaktan öte gidemez.
Örneğin Eroğlu'nun "kazanırsam müzakereleri bitireceğim" vaadi, Türkiye ve Yunanistan o müzakerelerin bitmesine azmetmedikleri sürece fazla bir anlam taşımaz.
Bazı adayların "Ankara'ya posta koyma" vaatleri de temenniden öteye gidemeyeceklerdir. Unutulmasın ki Türk ordusu Kuzey Kıbrıs'tadır!
Kuzey Kıbrıs'ta, evet, ciddi bir sol ve "Türkiye'ye karşı" demeyelim de "bağımsızlıktan yana" muhalefet var ama bunun "reel politika" açısından fazla bir anlamı yok.
Bütün bunlar da artık Türkiye'de kimsenin pek fazla umurunda değildir.
Oraya yazın denize girmeye ya da kumar oynamaya gidenlerimiz de oranın siyasi sorunlarıyla ilgili değiller.
Çünkü bu konudan bıktık usandık.
Altmış yıldır sırtımızda taşıdığımız, kırk bir yıldır da kucağımıza aldığımız Kıbrıs, artık yalnızca faşistlerimize heyecan veriyor. Önceleri çok iddialıydık, kaybettiğimiz Osmanlı topraklarının küçük de olsa bir kısmını geri almış, yeni bir çeşit uç beyliği oluşturmuştuk... Meseleye böyle baktığımız için de çözüme yanaşmadık, "çözümsüzlük" kartını oynadık durduk. Sonra bizim aklımız nihayet yattığında bu sefer de Rumlar su koyuverdiler.
Şimdi artık çözülmüş çözülmemiş, birleşmiş birleşmemiş, fazla aldırmıyoruz. Nasılsa bizi Avrupa Birliği'ne alacakları falan da yok.