1- Alberobello
Puglia, çizmenin topuğunda, sessiz sedasız, ama doğası, mimarisi, yemekleri ve şarapları ile henüz pek de keşfedilmemiş gerçek İtalya! Buradaki Trulli evleri, vadide birçok kasabada görülse de, merkezi Alberobello! Alberobello'nun adı 'güzel ağaç' anlamına gelse de, esas ünü, taşları üst üste koyarak harçsız yapılan koni şeklinde çatıları ile Trulli evlerinden geliyor. Trulli evlerinin çatılarında beyaz kireçle boyanmış semboller görülür. Bunlar içinde yaşayan ailenin ya dini görüşünün ya da hangi statüde olduğunun göstergesi. Çatının en üstüne ise, yapanın imzası niteliğinde son bir taş ekleniyor.
2- GIverny
Yolunuz Paris'e düşer ve bir günlük kaçamak yapmak için vaktiniz olursa Giverny'e uğramanızı öneririm. Paris'ten 80 km uzaklıktaki Fransız köyüne, St-Lazare istasyonundan Vernon'a 45 dakikada giderek ulaşabilirsiniz. Seine Nehri'nin yanındaki Giverny tipik bir Normandiya köyü. Eski taş evler, Arnavut kaldırımlı sokaklar, balkonlardan sarkan çiçekler çok romantik görünüyor. Giverny denince akla ilk gelen Claude Monet oluyor. 1840'ta Paris'te dünyaya gelen Monet 1883'te ikinci eşi Alice ve sekiz çocuğuyla Giverny'e yerleşmiş. Rue Claude Monet'den Claude Monet'in Evi'ne yürürken, Arnavut kaldırımlı yol boyunca sağlı, sollu taş evleri görürsünüz. Sanat galerileri, kafeler, şarap ve peynir dükkanları da yol boyunca uzanıyor.
3- Rous IllIon
Fransa'nın Provence bölgesi birbirinden güzel köylere ev sahipliği yapar. Bu köylerden biri de, adeta Arizona gibi görünen kızıl kayaların üstüne kurulmuş bir köy olan Roussillion'dur. Luberon dağının eteklerine kurulmuş, belki de buranın en güzel tabiatına sahip Roussillion, tüm dolambaçlı yollarına rağmen gidip görmeye değer. Dünyanın en büyük hardal ocaklarının bulunduğu bu köyde toprak, kırmızı, sarı ve kahverenginin tüm tonlarıyla ortaya büyülü bir yağlıboya tablo çıkarmış.
4- Pompei
İtalya'nın Napoli şehrinin yakınlarındaki bu antik Roma kentinde tam 2092 yıldır zaman durmuş. Vezüv yanardağının aniden patlamasıyla, insanların kaçacak imkanı dahi kalmamış ve herkes olduğu şekliyle adeta heykele dönüşmüş kızgın lavlarla! 1700 yıl boyunca kayıp olan kent, 1748 yılında tesadüfen yeniden keşfedilmiş. UNESCO Dünya Miras Listesi'nde olan kent M.Ö 5000 yıllarında kurulmuş. M.Ö. 89 yılında Romalıların işgali ile zevk, zenginlik ve eğlence merkezi haline gelen Pompei'de, bunca yıl geçmiş olmasına rağmen geniş caddeleri, dükkanları, meyhaneleri, malikaneleri seçebilirsiniz.
5- Brannö Adası
İsveç'in ikinci büyük şehri Göteburg çoğu zaman gri ve sisli ama asla sıkıcı değil! İnanılmaz güzel kafe ve restoranları, eski şehri 'Haga' ve gece hayatıyla oldukça hareketli bir şehir. Ancak güzelliği aynı zamanda tam karşısına inci gibi dizilmiş 20 adadan geliyor. Kısacık bir vapur yolculuğu ile ulaşılabilen adalar, özellikle de yaz aylarında balık tutanlar, yelkenliler ve bisikletlerle son derece keyifli. Az sayıdaki restoranlar adeta masal evleri gibi. Brannö bu adalardan geleneksel yaz dansları ve çocuk dostu plajlarıyla ayrılıyor.
6- Gdansk
Polonya'daki kardeş şehrimiz Varşova'dan yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuşla varılabilecek Gdansk, muazzam tarihi binaları ve üzerlerindeki müthiş işçilikler ile küçücük ama çok şirin bir yer. Şehrin içinden geçen Motlawa nehri ise ayrı bir güzellik katmış. Dünyanın amber merkezi olarak da adlandırılan bu şehirde, bu taşın her türünü bulmak mümkün. Dluga caddesinde parke taşlı sokaklarda yürüdüğünüzde, gözünüzü binaların üzerindeki süslemelerden alamıyorsunuz. Nehrin iki yanındaki balkonlarından çiçekler sarkan restoranlar çok keyifli, etler ise çok lezzetli.
7- Monteroso
Cinque Terre, İtalya'nın minik beş tepesi üzerine dizilmiş, yan yana beş sevimli köy. Monterosso, Cinque Terre'deki beş köyden en büyüğü ve en güzeli. Her yer buram buram İtalya! Renkli panjurlu evler, her yerde asılı çamaşırlar, dar sokaklar. Dantel satan dükkanlar, zeytinyağı dükkanları, şarapçılar, limoncello tattırmaya çalışanlar. Kumsalı ve deniziyle tabii ki yaz aylarında yerli, yabancı herkesin gözdesi. Yazın sahile inince insanı şaşırtan bir şemsiye ahengi olduğunu görüyorsunuz plajda.
8- Kutna Hora
Prag'ı zaten biliyorsunuz ama Çekoslavakya'da ilginç bir şehir daha var: Kutna Hora. 1995'ten beri UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nde olan küçücük bir şehir. Zaman içinde bölgede okullar açılmış, anıtlar, yapılar baş göstermiş. Kutna Hora'nın mahallelerinden Sedlec'te de bir manastır kurulmuş. Bu manastırın rahibi 1278'de Filistin'e kutsal topraklara gönderilmiş. Dönerken oradan bir avuç toprak getirip, kilisenin mezarlığına serpmiş. Bundan dolayı da halk bu mezarlığın kutsal toprakların bir parçası olduğunu düşünüp oraya gömülmek istemiş. Ama 14. yüzyılda büyük bir veba salgını çıkmış ve söylentiye göre 30 bin insan bu mezarlığa gömülmüş. Daha sonrasında mezarlık o kadar büyümüş ki sığılamaz olmuş. Dahi mimar da çareyi ölülerin kemiklerinden bir kilise yapmakta bulmuş.
9 -Stonehenge
Londra'nın 130 km batısındaki, Salisbury Düzlüğü'nde yer alan çember şeklindeki dik taşların sırrı gizemini koruyor. Kimilerine göre toplu mezar, kimilerine göre ölülerin ruhlarına adanmış bir yapıt... Yaz ve kış gün dönümlerinde burada binlerce insan toplanırmış. Halen de 21 Haziran ve 21 Aralık'ta bu gelenek devam etmekte. 1986'da UNESCO Dünya Miras Listesi'ne giren bu yapı, bugün on binlerce turistin ziyaret alanı olmaya devam ediyor.
10- Abbaye Notre-Dame de Senanque
Fransa'nın Provence bölgesi temmuz ve ağustos aylarında uçsuz bucaksız lavanta tarlalarına ev sahipliği yapar. Roma döneminden kalma taş yapıların yarattığı o masalsı görüntüler, lavanta tarlalarıyla süslenince ortaya inanılmaz fotoğraf kareleri çıkar. Luberon'un mor lavanta tarlalarının çevrelediği Abbaye Notre-Dame de Senanque manastırı da bu yapıtlardan biri.