İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nil Sarı aynı zamanda Uluslararası İslam Tıp Tarihi Kurumu kurucu üyesi ve başkan yardımcısı... Prof. Dr. Sarı, 30 yılı aşkın bir emekle dünyada benzeri az bir tıp tarihi müzesini Türkiye'ye kazandırdı. Bazen sokağa atılmış çöp yığınları içinden Osmanlı'nın tıbbi dokümanlarını buldu, bazen de eş-dosta rica ederek müzayedelerden tıbbi aletleri, ilaç kutularını, kitapları satın aldı; Osmanlı'da ameliyatlarda kullanılan alet-edevat, ilaç kutusu gibi geçmişe dair her ne varsa bu müzede bir araya getirdi. Tıp tarihine ömrünü adamış bir biliminsanı olan Prof. Dr. Nil Sarı, bu serüveninde de 40. yılını kutluyor. Biz de Sarı'yla Osmanlı'daki hekimleri ve sağlık hizmetlerini konuştuk.
- Osmanlı'da sağlık sisteminde en çok neye önem veriliyordu, sağlık politikası nasıldı?
- Tıp henüz gelişmediği için klasik Osmanlı tıbbı koruyucu hekimliğe dayanır. Sağlık anlayışı öncelikle hastalanmamak üzerine kuruludur, çünkü hastalandıktan sonra tedavi etmek zor! Onun için de öncelikle yiyecek-içeceklerin kişinin mizacına uygun olarak alınması tavsiye edilir. Hastalara da tedaviye destek olarak sebze, meyve ve içecekler reçete edilir.
- Günümüzün sağlıklı yaşam kürleri, diyetleri gibi miydi?
- Bugünkü gibi zayıflama diyeti değil, sağlıklı yaşam için ya da tıbbi tedavinin bir parçası olarak uygulanıyor. Beslenme, koruyucu hekimliğin şartlarından biri. Mizacına göre kişinin hangi mevsimde ne gibi gıdalarla besleneceği tespit edilmiş. Osmanlı Sarayı'nda da durum böyle. Hastalar için yeme-içme üzerinden ilaç reçeteleri yazılıyor. Misal, Ayşe Hatun zatürre olmuş. Hekim iyileşmesi için reçetede 'Şu yemeği yedirin' diyor.
ÇİÇEK AŞISI KULLANILIYORDU
- Peki bu yiyecekler nelerdi?
- Osmanlı tıbbında vücudun bağışıklığının artırılmasına önem verildiğini düşünüyorum. İçinde etkin madde olan tıbbi bitkilerden yapılan ilaçların yanı sıra yiyecek içecek olarak kullanılan bir takım sebzeler, meyveler ve hayvani gıdalar da bünyeyi güçlendiren maddeler olarak kullanılır. Tıbbi bitkilerin yetiştirildiği bahçeler var. Birtakım ecza da yurtdışından ithal ediliyor. Tıbbi içecekler, mesela şerbetler ve macunlar hazırlanıyor. Bazı hekimler kendileri ilaç hazırlıyor. Mesela cerrahlar yara bere merhemlerini kendileri yapar. Bazıları da reçete yazıp aktara gönderiyor. O zamanlarda serbest tabiplerin eczanesi aktarlar. Hastanelerde ve saraylarda eczaneler var ve eczacılar görev yapıyor. Çayırdan bayırdan, dağlardan bitkileri toplayıp ilaç hazırlayan kadınlar da var. Onlar halk tıbbına hizmet ediyor. Hep denir ya 'kocakarı ilaçları' diye... Salgın hastalıklar bütün dünyada şehirlerin nüfusunu kurutuyor. Bir veba salgınında bölge halkı yok olup gidebiliyor. Henüz dünyada bu tür bulaşıcı hastalıklara çare bulunamamış. Çiçek hastalığı Avrupa'yı kasıp kavuruyor. Osmanlı'da ise Türk usulü çiçek aşısı yapılabiliyor.
- Herkes hastanelerden yararlanabiliyor muydu?
- Ortaçağ İslam ve Selçuk dönemi hastanelerinin mimari ve tedavi geleneğinin benzerini Osmanlı döneminde görüyoruz. Osmanlı'nın ilk hastanesi Bursa'da açılıyor. İstanbul'da ilk Osmanlı hastanesini tabii Fatih Sultan Mehmed kuruyor. Darüşşifalar herkes için yapılmış ise de daha ziyade kimsesiz ve fakirler ile yolcular yararlanıyordu, ücretsizdi. İmkanı olanlar ise hekimi eve çağırıyor, yani aile hekimliği var. Darüşşifaların önemli bir kısmı hanım sultanlar tarafından kurulmuş. Mesela Hafize Sultan Manisa'da, Hürrem Sultan ve Nurbanu Sultan, İstanbul'da kendi bütçesinden hastane yaptırıyor.
Adalet söz konusu olduğu için, adli tıp önemliydi
- Ameliyatlar nasıl yapılıyordu?
- Bütün dünyada ameliyat çok tehlikeliydi tabii. Mesane taşı ve fıtık ameliyatlarının en sık yapılan ameliyatlar olduğunu biliyoruz. Yara bere tedavisi de yaygın. Kapalı kırık çıkık tedavisinde ustalaşmışlar. Gözde katarakt ameliyatı yapılıyor. Ayrıca Osmanlı'da adli tıp da çok önemli. Çünkü konu adalet meselesi. Şüpheli bir ölümle karşılaşıldığında kadılar bilirkişi olarak hekimleri çağırıp ölüm nedenini tespit ettirmek için cesetleri incelettirirmiş.
Belgeler Fatih'in zehirlenmiş olduğuna işaret
Topkapı Sarayı'ndaki hastalıklar kayıt altına alınmış mı peki?
- Tıbbi verilerin kayıt altına alınması modern dönemin ürünü. Son döneme ait kayıtlara rastlıyoruz. Ama reçeteler var. Mesela, Fatih Sultan Mehmed'in bir hekim tarafından zehirlenerek öldürüldüğü hep dile getirilir. Rahmetli Naşid Baylav bir tıp yazmasından çok ilgi çekici bir reçete yayımlamış. Reçetede kargabüken bitkisi de yer alıyor. Bu bitkinin tohumlarından striknin elde edilir; ki yiyecek içeceğe karıştırılarak ağızdan alındığında öldürücüdür. Bazı tıp tarihçilerine göre Fatih'in yemeğine kargabüken katılarak zehirlendiği yazılıdır. Vatikan'da bulunan bir belge de buna işaret ediyor. 'Zehir var mı?' diye araştırmak için 1950'lerde kabrini açmayı teklif eden tarihçiler bile olmuş.
Erkeklerden çok ücret alan kadın cerrahlar vardı
- Kadınların sağlık teşkilatı var mıydı?
- Beyazıt'ta Saray-ı Atik diye bilinen eski sarayda maaşla çalışan kadınlardan oluşan bir sağlık teşkilatı vardı. Ayrıca dışarıdan da kadın tabipler saraya çağırılırdı. Üsküdar'da çalışan kadın tabiplere ait belgeler var. Saliha Hatun meşhur bir cerrah. Hatta yaptığı ameliyatlardan aldığı ücret erkek cerrahlarınkinin üç misli! O kadar talibi var yani! Ameliyat için Osmanlı'nın her yerinden hasta geliyor. Sadece kadınlara değil, erkeklere de ameliyat yapıyorlar.