Aynı kavramı farklı çıkarların sahipleri seslendirdikleri zaman ortaya çıkan tablo şaşırtıcı oluyor. Örneğin İsrail'in Gazze'yi hedef alan saldırılarında 8 Temmuz'dan bu yana 561 çocuk bombalarla öldürüldü... Yani bir Gazzeli için can güvenliğinin tehdidi İsrail'dir. Buna karşı önceki gün Filistin tarafından atılan bir füze, bir İsrailli çocuğun hayatını kaybetmesine neden olduğu için Başbakan Netanyahu, Gazzelilerin İsrail'in güvenliğinin tehdidi olduklarını ve bu yüzden Gazze'yi hedef alan saldırıların tırmanarak devam edeceğini söyledi.
"Güvenlik" ve "Tehdit" benzeri kavramlar görüldüğü gibi Gazzeliler ve İsrailliler için farklı gerçekleri ifade ediyor. Aynı kavramların farklı toplumlar ve ülkeler açısından değişik anlamlar taşıdıklarını ilk kez Yunanistan'da derinden hissetmiştim... Türk-Yunan ilişkilerinin ele alındığı bir açık oturuma katılmak için, yıllar önce Atina'daydım. Konu "Ege"ye kilitlenmişti.
Deniz mi adalar mı?
Yunan konuşmacıları dinlerken irkildim. Ben bir Türk olarak Ege'den söz ettiğim zaman "Deniz"i ele alıyordum. Yunan konuşmacılar ise, "Ege" dedikleri zaman "Adalar"dan bahsediyorlardı.
Aynı kavramı farklı biçimde algılamak, uluslararası anlaşmazlıkları da ilişkileri de karmaşıklaştırıyor... Örneğin Türkiye için "İstikrar" geleceğe duyulan güven ortamı içinde ekonominin gelişmesi, demokrasinin sürmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve bağımsızlık ile toprak bütünlüğünün korunması anlamlarını içerir.
Ama bir Amerikalı diplomat veya siyasetçi için "Türkiye'nin istikrarı" Türkiye'nin Amerika'ya tartışmasız bağımlığının sürmesi değil midir?
Seçilerek veya darbeyle gelmiş yönetimler Türkiye'yi Amerikan çizgisi üzerinde tuttukları sürece, Türkiye'de istikrarsızlık diye bir sorun olamaz.
Ortadoğu'nun istikrarı
"Batı" dediğimiz dünya ekonomisinin patronları için de "Ortadoğu'nun istikrarı" Türkiye'nin Amerika açısından bakıldığında anlaşılan istikrarından farksızdır. Örneğin Mısır'da darbe de olsa, demokrasi de olsa istikrarın kriteri Kahire'nin Batı'ya uyumu değil midir?
Aslında iç siyasette de buna benzer kavram kargaşaları az değildir. çoktur. Örneğin Türk siyasetindeki ve idaresindeki aktörlerin "Rejim" kavramı üzerinde bir ortak tanıma varmaları, siyasi gerginlikleri azaltabilir, kamplaşma dediğimiz ve aslında karşı görüşlülerin birbirlerini dinlememelerinden kaynaklanan gerginliği yok edebilir.
Ama bir başka gerçek de Türk siyasetinin karşıt taraflarının söylenenleri dinlemek yerine, duymak istediklerini dinlemeleri şeklinde bir alışkanlığa sahip olmaları değil midir?
Farklı dinlemeler
Rahmetli Ahmet Ertegün, yıllar önce bir Karadeniz seyahatinde başına gelenleri anlatmıştı. Ertegün ve Amerikalı arkadaşları, Ani Harabeleri'ni görmek üzere ciplerle bir Trabzon köyünden geçerken duruyorlar. Ciplerin içindekiler birbirleriyle harıl harıl İngilizce konuşuyorlar. Ertegün cipin penceresinden yolda gördüğü köylüye, "Burada bakkal var mı, yiyecek içecek bir şeyler alabilir miyiz" diye aracın penceresinden soruyor. Köylü Ertegün'ü dinler gibi görünüyor ama kulağı aracın içinden gelen İngilizce konuşmalarda olduğu için, Ertegün'e "Sen anlamaz benim dediğimi, sen Türkçe bilmez" falan diyor.
Ahmet Ertegün ne kadar Türkçe konuşsa da, köylü onun Türkçe konuştuğunu duymuyor... Aracın içindeki İngilizce konuşmalara kilitleniyor.
Türk siyasetinin aktörleri de çoğu zaman böyle değiller mi?