"Bir ülkeyi seçilmişler mi yoksa atanmışlar mı yönetiyor" sorusuna cevap bulmak çok zor değildir.
Seçilmişler halka sundukları ve seçim yolu ile kabul edilen vizyonlarındaki hedefe ulaşabilmek için, toplumu ve devleti yönlendirirler. Atanmışlar ise ülkeleri yönetmezler idare ederler... İdare edenler toplumun değil, kendilerini atayanların beklentilerine öncelikle cevap vermeye çalışırlar...
Atanmışlar genelde statükonun bekçileridir.
Seçilmişler ile atanmışlar arasında bir de "Zaman"a dönük algılama farkı vardır...
Seçilmişler için başarının değerlendirileceği zaman süresi, ilerideki ilk seçime kadardır.
Atanmışlar ise bu zaman süresini "Emeklilik" tarihine dayarlar. Başarı bu süreyi problemsiz atlatmaya bağlıdır.
Çağı gecikmeli izledik
Seçilmişler ile atanmışlar arasında pratik ve teorik açıdan tabii ki sayısız fark vardır... "Politokrasi" ile "Bürokrasi" arasındaki farkları enine boyuna irdeleyen Max Weber, bu konuya eğilen teorisyenlerden sadece biridir. Ancak bu farkların bizim toplumsal yaşamımıza yansımasının en dramatik sonucunu "Cumhuriyetin değerleri" olarak da ifade edilen ideolojik ve pratik bir çerçeve içinde, çağı gecikmeli izlememizde bulabiliriz.
Adına "Demokrasi" desek bile seçilmişlerin iktidarda bulundukları dönemlerde "Bürokratik oligarşi" çeşitli vesayet kurumları ile ülkeyi de, toplumu da yavaşlatıyorlardı.
Örneğin Türk ekonomisinin ve Türk lirasının, koruma ve kambiyo duvarları ile dünyadan kopuk olduğu dönemlerde, siyasi ve ekonomik zaman kavramları da dondurulmuştur. Ülkeyi yönetenlerin başarı ölçülerinde, global kriterler devre dışı tutulmuştur. Ülkenin başkenti ile en büyük kenti arasında hâlâ hızlı tren olmamasını kimse eleştirmemiş ve kimsenin aklına "Fransa'daki, Japonya'daki trenler neden bizde yok" demek gelmemiştir.
Kökten devletçilik
Zaman kavramının önemini kaybettiren ortamın bir diğer sorumlusu da her alandaki "Kökten devletçilik"tir. Siyasi iktidarlar da, idare de ve hatta özel sektör de, rekabeti dünya ile yarışmak olarak değil, devlet bütçesinden nemalanmak biçiminde algılamışlardır.
Örneğin Türk özel sektörünün otomotiv endüstrisi, dünya pazarlarına satış yapmak için değil, devletin araç alımlarından daha fazla pay almak için yarışmışlardır.
"Zaman"ı ucu açık bir kavram gibi gören siyaset, idare ve ekonomi anlayışı, önce Turgut Özal'ın 1980'lerdeki yeniden yapılanma programı ile sonra da Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girdiği 1995'ten beri değişmeye başladı.
Siyasi rekabet eksiği
Ama geçmişten kalan bir başka özürlü anlayış, hâlâ gündemde... Bu da en fazla siyasetteki yaklaşımlarda görülüyor.
Örneğin siyasetteki rekabet anlayışının eksikliği ne yazık ki bugünkü muhalefetin tutumu yüzünden hâlâ eskisi gibi... İktidarın karşısına projelerle çıkıp siyasi rekabetin yaratacağı sinerjileri aramak yerine, atanmışlara hoş görünmeye çalışılan bir rejim kavgasını topluma "Siyaset etmek" biçiminde sunmak alışkanlığı sürüyor.
Halkın cumhurbaşkanını da seçeceği önümüzdeki dönemde, devlet ile hükümet zıtlaşması yanında, atanmışların seçilmişler karşısındaki son vesayetçi ağırlıkları da buharlaşacaktır... Dilerim sade Tayyip Erdoğan değil tüm cumhurbaşkanı adayları, olayın ve değişimin çapının farkındadır.