Nasrettin Hoca yaşlanmış, şişmanlamış, hareketleri yavaşlamış... Bir gün kapısının önünde eşeğinin sırtına binmek için çabalıyormuş ama bir türlü başaramıyormuş. Bacağını kaldırmaya çalışırken eşek huysuzlanıyor, Hoca'yı başı ile itiyor ve işi daha da zorlaştırıyormuş.
Bu durumu izleyen mahallenin çocukları kahkahalar atmaya, Nasrettin Hoca ile alay etmeye başlamışlar. Bu tablo Hoca'yı tabii ki üzmüş... Şöyle bir iç geçirmiş ve çocukların da duyabileceği yüksek sesle "Ah Hoca, nerede o eski güçlü ve çevik günlerin" diyerek, görüntüyü kurtarmaya çalışmış...
Sonra ancak kendisinin duyabileceği şekilde "Ulan ben senin gençliğini de bilirim" diye mırıldanmış...
"Nerede o eski günler" tekerlemesiyle Türkiye'nin bugününü, demokrasisini, seçilmişlerini ve onları seçen halkı aşağılayan, hakaret etmeyi düşünce özgürlüğünün ve molotof kokteylli sokak eylemlerini demokratik katılımın yansımaları olarak sunanların eski bayram günlerinden biri olan "27 Mayıs" da geride kaldı...
Ah o eski güzel günler
Acaba bunlar Nasrettin Hoca'nın kendi vicdanına karşı seslendirdiği medeni cesaretin benzerini seslendirmeyi hiç denediler mi?
Başbakanların "70 sente muhtacız" diyerek ekonomik durumu kamuoyuna sundukları...
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nın Cumhurbaşkanına darbe yaptıkları... Kürtlerin yok sayıldıkları, Ermeni Tehciri'nin mimarlarının "Hürriyet Şehitleri" olarak kabul edildikleri... Ancak Hitler Almanyası'na uyumlu "Varlık Vergisi"nin, "Vatandaş Türkçe konuş" kampanyalarının, İstanbullu Rumları hedef alan 1955'in "6-7 Eylül Pogromu"nun sahnelendiği Türkiye'de bugün "Ah nerede o eski güzel günler" diyenlerin, arada bir "Ulan ben senin eski günlerini de bilirim" diyerek hiç olmazsa kendi kendilerine mırıldanmaları gerekmez mi?
Yine Nasrettin Hoca
Veya Nobel aldığı için hedef gösterilen Orhan Pamuk'un Ermenilerden özür dileyebilen Başbakan Tayyip Erdoğan'ı kutlamasını beklemez miydiniz? Ya da Yılmaz Güney'in Cannes'da Altın Palmiye alan "Yol" filminin gösteriminin, o eski Türkiye'de kaç yıl yasaklı olduğunu hatırlamıyor musunuz?
"Ah nerede o eski günler" diyerek Türkiye'nin bugününü, demokrasisini, seçilmişlerini ve onları seçen halkı aşağılayan, hakaret etmeyi düşünce özgürlüğünün ve molotof kokteylli sokak eylemlerini de demokratik katılımın yansımaları olarak sunanlara bakarken, aklıma hep Nasrettin Hoca'nın fıkraları geliyor nedense.
Bu koku varken...
Nasrettin Hoca aynı yorgan altında 40 yıllık hanımı ile uyurken, hanımının karnı guruldamış. Akşam yediği yemeği hazmedemeyen kadıncağız karnındaki gazı sessizce boşaltmış... Ama sonra da yorgan altındaki kokuyu dağıtmak için bacaklarıyla yorganı havaya kaldırıp, sallamaya başlamış. Bu sırada bakmış ki Hoca uyanmış ve kendisini izliyor... Durumu toparlamak için Hoca'ya dönmüş, "Hoca yorganımız ne güzel değil mi? Acaba satsak kaç akçe eder" demiş.
Nasrettin Hoca eşine şöyle bir bakmış ve "Hanım, bu koku varken bu yorgan bir akçe bile etmez" diye terslemiş onu.