Şu anda okumakta bulunduğunuz Sabah gazetesinin serüveni ve sermaye yapısındaki değişiklikler Türkiye'nin de, Türk medyasının da sosyo-politik iniş çıkışlarının bir aynası olabilir... Bu açıdan bakıldığında hiçbir kurumun ve mesleğin, toplumu ve devleti derinine etkileyen istikrarsızlıklardan etkilenmemesi mümkün değildir. Sabah gazetesinin sermaye yapısının yine değişmekte olduğu bu günlerde Sabah'ta 25 yıla yakın süredir yazan ve birkaç kez ayrılıp yeniden bu köşeye dönen ben, bu değişikliğin yansımalarını açıkçası fazla merak etmiyorum.
Bir gazeteci ve yazar olarak yazılara müdahale edildiği, bir merkezden verilen talimatla düşünceler yönlendirildiği anda, zaten gazeteci ile gazetenin birlikteliği sona eriyor. Eğer bağımsız, bağlantısız ve özgür kalmak kararını vermişseniz ve bu konuda dramatik deneyimler de yaşamışsanız, olay bir anlamda sizin dışınızdaki bir dünyanın gelişmeleridir.
Gidip gelmeler
Neticede o gazetede olursunuz veya olmazsınız. Ama yazmaya devam edersiniz. Hasan Pulur'un söylemi ile kaplumbağa gibi evinizi (veya düşüncelerinizi) sırtınızda taşırsınız. Düşüncelerinize müdahale edildiğinde taşınmanızın zamanı gelmiş demektir.
Bana göre gazetecinin emeğini ve düşüncelerini, gazete sahibinin de girişim gücünü ve sermayesini koyduğu bir ortaklıktır bu... İki taraftan biri bu ortaklıktan mutlu olmayınca ortaklık da biter.
Sabah'tan ilk iki ayrılışım, gazetenin kurucu sermayedarı olan Dinç Bilgin döneminde oldu. 1991 seçimleri arifesinde Özal reformlarını savunan televizyon yorumlarına Star'da başladığım için bana "Ya biz, ya Özal" dediler ve gazeteden ayrıldım. 1994'te Özal'ın ölümü ertesinde yeniden Sabah'ta yazmaya başladım. Bu süreç de 28 Şubat post-modern darbesine karşı çıktığım için, 1997'nin eylülünde yazılarımın kesilmesine dayandı. 2000'li yıllarda yeniden Sabah'a döndüğümde gazetenin sahibi Turgay Ciner'di. Bir gün TMSF gazeteye yeniden el koyunca, kamu müstahdemi gazeteci konumunda olmamak için yeniden bıraktım Sabah'ı... Daha sonra gazeteyi alan Ahmet Çalık döneminde yeniden dönüp yazılarıma devam ettim.
Korku filmi gibi
Ama bu süreci benim dışımda siyasetin, demokrasinin ve medyanın yaşadıklarını ele alarak değerlendirirseniz, bir korku filmi izlemiş gibi olursunuz. Düşünün ki bugün Sabah'ın sahip değiştirmesine ilişki haber çeşitlemeleri yapan Hürriyet'in sahibi, 28 Şubat post-modern darbesi döneminde Sabah'ın sahibi ile "Medya karteli" kurmuştu... Batı Çalışma Grubu'nun talimatı doğrultusunda ortak manşetler atarlar, birinin susturduğu yazarları diğeri de kara listeye alır, rakip olabilecek gazeteleri dağıtmayıp batırırlardı.
Bu karteldeki gazetelerden biri olan Milliyet'in o dönemde Korkmaz Yiğit'e satılmasını, Sabah'ın sahibi Dinç Bilgin'in bankacı olmak isterken tutuklu sanık olmasını, Sabah'ın Avrupa yayınının Doğan Grubu'nun eline geçmesini bir düşünün... Gazetelerin ve televizyon kanallarının eski sahiplerinin, Mehmet Emin Karamehmet'in, Erol Aksoy'un yaşadıklarını hatırlayın.
Sadece gazete sahipleri mi devre dışı kaldılar sanki? Barajın altına düşüp buharlaşan eski iktidar partilerini, ANAP'ı, DYP'yi, DSP'yi unuttunuz mu? Ya da bugün Sabah'ın el değiştirmesine çok ilgi duyan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'nin el değiştirmesine ve Deniz Baykal'ın siyaseten yok edilmesine sebep olan kaset skandalının arkasındaki itici güçlerin kimler olduklarını, acaba neden hiç merak etmedi?
Zaman-Hürriyet fiktif karteli
Şimdi Sabah yeni bir sermaye yapılanmasının arifesinde... Bu son dönemde yazılarıma ve düşüncelerime hiçbir müdahale olmadı. Dilerim yeni sahip (veya sahipler) de Ahmet Çalık kadar özenli davranırlar.
Dilerim Sabah şimdiki gibi yeni dönemde de paralel devletin, kayıt dışı siyasetin ve "Cemaat Holding"in etki alanı dışında kalır... "Zaman-Hürriyet İdeal Ortaklığı" benzeri bir fiktif kartelleşmenin hep karşısında dururuz...
28 Şubat ayıpları, andıçları, Ahmet Kaya'nın, Hrant Dink'in, Orhan Pamuk'un hedef gösterilmeleri benzeri fiilleri henüz unutulmayanlar da, Sabah'ın demokrasiden yana olmasına takılmak yerine, dilerim yeni bağımlılıklarından kurtulmaya çalışırlar.