Evlerimizde ne çamaşır makinesi ne de bulaşık makinesi vardı...
Şampuanlar da, deterjanlar da bugünkü gibi kitlesel tüketim çemberine girmemişlerdi.
Ama birileri beyinlerimizi öylesine yıkarlardı ki, hiçbir mekanik veya kimyasal temizleyici bunlar kadar etkili olmazdı.
Örneğin Sovyetler Birliği'ndeki düzeni yeryüzü cenneti sanırdı bazıları.
Bazıları da siyah derililerin oy verme haklarının bulunmadığı Amerika'yı insan haklarının ve özgürlüklerin beşiği olarak görürlerdi.
Beyinleri yıkanmışların kamplarında yer alanlar, farklı bir dünyanın da bulunduğunu yazan kitapları okumazlardı.
Sade Berlin'deki duvar değil, beyinleri kuşatan duvarlar da yıkıldı 2000'li yıllara girilirken. Soğuk Savaş'ın bitmesi ve "Bilişim Çağı", ideolojileri de, ezberleri de buharlaştırdı.
Her şeyi biliyoruz artık
Artık "Tartışılmaz doğrular" yok beyinlerimizde. Yeryüzü cennetlerinin de iplikleri bütün ayıplı yanlarıyla pazara çıktı.
Bizlerin de bu yeni ve cesur dünyanın içinde yer almamız kaçınılmaz bir gerek.
Bizlerin de ezberlerimizi bırakıp, çağın gerçeklerini görmemizin zamanı geldi geçiyor.
Bizim beyinlerimiz de "Müfredat Programı" ile ilkokuldan başlayarak yıkanmadı mı?
"Bir Türk dünyaya bedeldir" söylemine inanmadık mı? "Türkün Türk'ten başka dostu yoktur" şeklinde bakmıyor muyduk dünyaya ve insanlığa?
1933'te yurdun demir ağlarla örülü olduğunu düşünmüyorduk mu?
İç ve dış düşmanlar
"İç ve dış düşmanlar" söylemi içinde kendi halkımızı, resmi ideoloji dışındaki düşüncelerin ve hatta inançların sahiplerini kara listelere almıyor muyduk?
Ekonomide de, Merkez Bankası memurlarının dünyadaki bütün para birimlerinin değerlerini belirleyebileceklerini zannettik. 1980'lere kadar döviz sahibi olmak suç delili değil miydi?
Bu ezberlerle kentleşmeyi de, çok partili demokrasiyi de ve globalleşmeyi de içtenlikle kabullenemedik. Askeri darbelerle zamanı ve değişimi dondurabileceğimizi zannettik.
Şimdi yeni bir çağdayız...
Esad'ın Suriye'de yaptıklarını dehşet içinde izlerken, bizim 1930'larda Dersim'de yaptıklarımızı da hatırlayabiliyoruz artık.
Hangi beyaz Türkler?
Kendilerini "Beyaz Türkler"in aristokrasisi olarak gören holding patronlarının, iki kuşak öncesinin esnafları olduklarını da biliyoruz artık.
"Beyaz Osmanlılar"ın, yani "Azınlıklar"ın nasıl tasfiye edildiklerini de ve yerlerine ikame edilenlerin nasıl sermaye sahibi kılındıklarını da irdeleyebiliyoruz.
Bu zaman diliminde eski alışkanlıklarımızı, ezberciliğimizi hepimiz bırakmalıyız.
Sadece kişilere dönük nefret veya öfke ile bu yeni dünyayı karşılamak da geride bırakılmalı.
Bunu her demokrasi denememizde tekrarladık.
Bu yazıyı Markar Esayan'ın dünkü Yeni Şafak'ta yer alan yazısından bir alıntı ile somut bir örneğe dayayacağım:
Markar Esayan'dan alıntı
"- Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük projesi Çözüm Süreci'dir.
Bazıları için, Suriye ve Mısır'da ölen insanlar gibi, sekiz aydır ölmeyen gençlerimiz birer istatistik olabilir.
Çoğumuz için değil. Aklıma sürekli bu geliyor ve sürekli mutlu oluyorum.
- Bu hissin, romantik veya gerçekdışı bir tarafı yok. Sürecin merkezinde tam da bu duygu olmalı.
Herkes, gençlerimizin hayatta kalmasını önemsemeli, bunu ilk sıraya koymalı ki, ölçüler şaşmasın. Yoksa Erdoğan'la boğuşayım derken, asla kabul edilemeyecek bir yerde bulabilir insan kendisini."