Ülkenin bütünlüğünü ve güvenliğini korumak için kendisine devlet tarafından silah verilen askerin, bu silahları kendi halkının iradesine karşı kullanması tabii ki tartışılmaz bir yanlıştır.
Cuntacılık da darbecilik de bu çağda insanlık suçudur.
Ancak şunu da unutmayalım, sivil ve seçilmiş olmak da, her şeye yetmiyor.
"Kötü yönetim" de, "Nefret siyaseti" de sivil ve seçilmiş yönetimlerden kaynaklanabilir.
Fransa'nın bugün içinde bulunduğu siyasal ortam bunun kanıtı değil mi?
Cumhurbaşkanı Sarkozy iktidarı döneminde ülkesinde yabancı düşmanlığını körükledi. Göçmenleri "Ötekiler" olarak niteleyen söylemler seslendirdi, "İslamofobi"yi körükledi.
Sonuç ortada.
Le Pen'e muhtaç
Rüzgâr eken fırtına biçer misali, başkanlık seçiminin ilk turundan ırkçı Le Pen üçüncü en güçlü isim olarak çıktı.
Sarkozy'nin ikinci turda birinci olması için Le Pen'in "Ulusal Cephesi" tarafından desteklenmesi şart.
Evet... Doğru ve iyi yönetim için sivil ve seçilmiş olmak yetmiyor.
1974'teki Bülent Ecevit- Necmettin Erbakan ortaklığının tarafları Kıbrıs Krizi ertesinde birbirlerine düşmek yerine kalıcı bir uluslararası çözüm için çaba harcasalardı, ne 12 Eylül darbesine uzanan iç ve dış kargaşa yaşanırdı, ne de Kıbrıs hâlâ Türk dış politikasının ipoteği olarak çözümsüzlük konusu biçiminde bulunurdu.
Rumların sürülmesi
Sivil ve seçilmiş yönetimlerin büyük yanlışlarına bir örnek de 1964'te İstanbullu Rumların topyekûn ülkeden sürülmeleri ve Heybeliada Ruhban Okulu gibi kurumlara el koyulması değil midir?
Geçen gün Herkül Millas, o dönemde yaşanan trajik bir olayı yazmıştı Zaman'da.
1903'te kurulan Büyükada'daki "Rum Yetimhanesi"ne, 20 Nisan 1964'te yani Rumların sınır dışı edildikleri günlerde Milli Eğitim Bakanlığı'ndan bir talimat gelmiş.
Bu talimatta yetimhanenin iki gün içinde boşaltılıp bakanlığa teslimi duyuruluyormuş. Birkaç günlük bir süre verilmesi ricası da reddedilince, çocuklar apar topar adada bulunan iki manastıra yığdırılmış.
Çocuk bayramı..
Bu göç sahnesi çok acıklıymış... Akşamın son saatlerine kadar herkes, küçük çocuklar dahil, panik içinde bir şeyler taşıyarak koşuşturmuşlar. Bina da mühürlenmiş. 177 çocuk yuvalarını böylece kaybetmiş.
Ertesi sabah da 23 Nisan "Çocuk Bayramı" olduğu için, bu çocuklar zorunlu olarak önlüklerini giyip bayram törenine ve geçide katılmışlar.
1964'te Türkiye'de askeri yönetim yoktu...
Veya 1915'teki Ermeni Tehciri'nin ana sorumlusu dahiliye Nazırı Talat Paşa da sivil bir "Paşa" değil miydi?