Bilişim teknolojilerinin gelişmesi, bizi interaktif bir yaşam tarzına taşıdı. Bunu en fazla biz medya mensupları hissediyoruz.
Düne kadar yazdığımız yazılara veya televizyon programlarında söylediklerinize okurların ve izleyicilerin katkıları ya da tepkileri gönderilen mektuplardan anlaşılırdı.
Şimdi e-mail var, en önemlisi de facebook gibi, twitter gibi sosyal medya araçları var.
Yazdıklarınızın nasıl algılandığını anında anlıyorsunuz. Daha ötesi siz de karşı tepkinizi anında seslendirebiliyorsunuz.
Ayrıca her şey şeffaflaştı.
Kameralı bir cep telefonuna sahip yüz milyonlarca fotoğrafçı dolaşıyor ortalarda.

Siyaset de etkilendi
Fotoğrafları çekmekle kalmıyorlar anında internete de yüklüyorlar.
Bu inter-aktivite sadece medyayı değil siyaseti de farklı boyutlara taşıdı.
Konvansiyonel dünyada iktidarı hedef alan bir komplo kurardınız ve bu komplonun altından yıllarca kalkılamazdı.
Bu tür komplolar darbelere gerekçe oluştururdu.
Post-modern dünyada ise en uzun ömürlü komplonun yaşam süresi bir haftayı geçemiyor.
Çünkü artık herkes kimin elinin kimin cebinde olduğunu biliyor.
En son bu tür komplolara örnek verilecek gelişme önce "Yargı-MİT" çekişmesi sonra da "AK Parti Cemaat yol ayrılığı" biçiminde yansıdı kamuoyuna.
Şimdi yargı da MİT de daha şeffaf olmak zorundalar.

Gülerce'nin yorumu
"Cemaat" meselesine gelince dünkü Zaman'da Hüseyin Gülerce çok sağlıklı yaklaşmıştı konuya.
Sadece bir paragrafını alıntılıyorum:
"Bir de aylardır, AK Parti'yi daha önce destekleyen, fakat KCK meselesinden dolayı hükümete demediğini bırakmayanların tavrı var. Daha düne kadar, 'Erdoğan diktatörlüğe gidiyor' diye içeriye dışarıya jurnalleme yapan zevat, şimdi 'asıl kabahat bu cemaatte' diye AK Parti'nin akıl hocalığına soyunuyor. 'Cemaat' dedikleri insanları en yakından tanıyan, hâlâ dost zannedilen bu insanlar, Ergenekoncu koronun arka taraflarında boy göstermiyorlar mı... İşte bu kadarına pes! Yarın bu fitne-fücur dalgaları dindiğinde mahcup olmayacaklarını mı zannediyorlar?"