Demokrasiyi yaşam tarzı olarak benimseyen toplumlar bazı ince ayrıntıların da farkında olmak zorundadırlar.
Örneğin "Muhalif" ile "Düşman" kavramları arasındaki farkın farkında olmak da bu ince ayrıntılardan biridir.
Demokrasi birlikte yaşamak üzere koşullanmış ama çeşitli farklılıklara sahip insanlar topluluğunun rejimidir.
Bu farklılıklar bazen inançlar, bazen ideolojiler, bazen etnik çeşitlilikler, her zaman da refah düzeylerindeki adaletsizlikler biçiminde görülür.
Totaliter rejimlerde bu farklılıklar devlet gücüne sahip otorite açısından "Rejim düşmanı" odakların değerlendirilmesi sırasında ele alınır.
Totaliter rejimde merkezin (veya iktidarın) izin verdiği alanın dışındaki her çeşit farklılık "Düşmanlar" listesini oluşturur.
Biz de böyleydik
Buna benzer bir durumu biz de yakın tarihimizde yaşamadık mı?
Ceza yasası ile her çeşit farklılık tek tip toplum modeli içinde hapsedilmeye çalışılmıyor muydu?
Sol "Komünizm", sağ "Şeriatçılık"olarak ele alınmadı mı?
"Kürt Realitesi"nin varlığından söz etmek "Bölücülük" değil miydi?
Sonuçta iktidarı ve muhalefeti ile tüm partiler aslında birbirlerinden farksız olan siyasi örgütlerdi.
Muhalefetteyken eleştirdiği durumları iktidara geldiğinde aynen sürdüren siyasi partilerin nöbet değiştirmesine "Demokrasi" demiyor muyduk?
Arkalarında milyonlarca seçmeni olan siyasi liderler de her askeri darbede hemen koltuklarını bırakıyor ve kendilerine yeniden siyaset yapma izni verilene kadar, kuzu kuzu beklemiyorlar mıydı?
Çünkü onlar da darbelerle "Rejim"in kurtarıldığını düşünüyorlardı.
Yeni Türkiye
Şimdi durum farklı.
Yakın geçmişin yasaklı ve tabu olan konuları, günlük siyasetin sakızları halinde çiğnenmekte.
Cumhuriyet'in kuruluşundan beri konuşulmaları yasak olan sorunlar, kriz stokumuzun demirbaşları olarak siyaset gündemimizi işgal ediyor.
Düşünce dünyamızın üzerindeki sansürcü vesayet buharlaştı.
Sivil siyaset üzerindeki askeri vesayet de, şimdi adliyelik olmuş durumda.
Eskinin şartlandırdığı beyinlerin yeniye uyum göstermeleri kolay değildir.
Nitekim düne kadar statükoya karşı olmakla siyasi konumlarını belirleyenler bu büyük değişimin ertesinde "Acaba yeni statükonun sahibi kim" sorusuna henüz cevap bulamadılar.
Kafa karışıklığı
Bazı aceleciler ise bu büyük değişimi gerçekleştiren AK Parti iktidarına "Statükonun sahibi" olarak bakmayı denemekteler.
Bu noktada bazılarının demokrasinin gerektirdiği ince ayrıntıların farkında olmak zorunluluğunu unuttukları da gözleniyor.
Yani "Muhalif olmak" ile "Düşman olmak" arasındaki farkı unutanlar da var.
Dilerim bu kafa karışıklıkları kısa sürede sona erer ve akıl ile gerçekçilik demokratik yaşamımıza egemen olur.
Böylece "Suriye Cumhuriyeti" ile "Türkiye Cumhuriyeti"arasındaki farklar da herkes tarafından hatırlanır.