Yanlış hatırlamıyorsam yıllar önce sevgili Refik Erduran yazmıştı.
Amerika'da bir motelde kalan kişinin odasına, yandaki odada tartışanların sesleri geliyor.
Tartışmalar bir cinayetin nasıl yapılacağı üzerinde gelişiyor.
Konuşanlardan biri "Boğarak öldürelim", diğeri "Kurşunlayalım", bir diğeri de "Yakalım" diyor.
Sonra öldürecekleri adamın cesedini nasıl yok edeceklerini tartışıyorlar.
Bu konuşmaları dehşet içinde dinleyen adam motelin resepsiyonundaki görevliye "Benim yanımdaki odada kalanlar kimler" diye soruyor.
Resepsiyon görevlisi de "Onlar Hollywood senaristleri... Yeni bir polisiye filmin senaryosunu yazmaya çalışıyorlar" diyor.
Hatırımda kaldığı kadarıyla aşağı yukarı böyle bir yazıydı bu...
Hollywood mu olduk?
Türkiye gündemine giren ve medyaya yansıyan poliste alınmış ifadeler, iddianamelerdeki suçlamalar, olaylarda adı geçenlerin yaptıkları açıklamalar ve bunlara dayalı yorumların küçük bir bölümü bile gerçekse, Türkiye "Küçük Amerika" değilse de "Büyük Hollywood" olmuş demektir.
"Gazetecilik yapıyorum" diye aramızda dolaşanların karıştıkları veya bulaştıkları işlere baksanıza.
İnternet sitesi kurup meslektaşlarını itibarsızlaştırma kampanyaları sürdürüyorlar. Bunun için büyük gazetelerdeki köşelerle anlaşıp, ona buna bulaşmayı, uydurma haberlerle şişirilmiş balonları uçurmayı deniyorlar.
Bazıları da çakma e-mail kimlikleri ile başbakanı, gazetecileri, polisi birbirlerine düşürecek mesajlar yazıp gönderiyor.
Devletin sınırlarını ve ülkenin bütünlüğünü korumaları için ellerine silah, omuzlarına rütbe verilmiş komutanlar, "Seminer yapıyoruz" diyerek darbe provaları yapıyorlar.
Durum muhakemeleri
"Halkı nasıl birbirine düşürüp kardeşi kardeşe nasıl kırdırırız" içerikli durum muhakemeleri yapıyorlar.
Devletin istihbarat görevlileri ile Emniyetçiler, faili meçhul cinayetler üzerinden birbirleri ile ya kavga ediyor, ya da bir şeyleri paylaşıyorlar.
Güvenlik bürokrasisi için bir dönemde öncelikli konular "Güvenlik" dışında kalan her şey olmuş sanki.
Yargısız infaz, haraç nitelikli tahsilat ve devletin gölgesini kendi gölgesi gibi kullanan zübüklükler, sosyo-politik yaşamımızın parçaları olmuş.
John Le Carre'nin ya da Stephen King'in romanlarını sinemaya aktaran senaristlerin ağzını sulandıran senaryolar yazılmış yakın geçmişimizde.
Demek ki alıştık...
Herhalde bu tür yaşam tarzına alıştık ki, "Şike" içerikli ve yoğunlukla "Hukuk"un çözüm üretmesi gereken sorunlarda bile "Olur böyle şeyler" diyerek bakıyoruz olaya.
Evrimci psikologların "Savanna Prensibi" diye bilinen bir teorileri var. Buna göre insanların davranışlarını bugün içinde bulundukları koşullardan çok, geçmişteki çevreden aldıkları kültür daha fazla belirliyor.
Yeni bir Anayasa'nın, daha şeffaf bir toplumun veya daha özgürlükçü bir yapının oluşturulması ile fazla ilgilenmiyoruz.
Sonuçta yakın geçmişimizde olup bitenlerin aktörleri yandaki odada kalmıyorlardı.
Aynı odadaydık hepimiz!
Beraber yürüdük bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda.