Minik Yunanistan'ı yönetmek, koca Amerika'yı yönetmekten daha zor. Çünkü Yunanistan Euro sistemi içinde olduğu için Yunanistan'ı yönetenlerin elinde "Para basma hakkı" (Senyoraj) yok.
Buna karşı Obama yönetimi tonlarca beyaz kâğıdı mürekkeple boyuyor ve dolara çevirerek bütün açıklarının giderlerini karşılıyor. Dolar uluslararası para birimi ve rezerv para da olduğu için, ABD'nin yetersizliklerini tüm dünya taşıyor.
"Beylik Hakkı" da denilen "Senyoraj" ile para basma yetkisini elinde tutan kurum (veya devlet) bu yetkisi sayesinde para basarak bir gelir elde eder.
Ancak burada ince bir çizginin hep gözetilmesi gerekir.
Eğer enflasyon sadece para miktarındaki artıştan kaynaklanırsa, senyorajdan sağlanan geliri, enflasyondaki artış sıfırlar.
Enflasyonla yarışmak
Buna "Enflasyon vergisi" de diyebiliriz.
Daha fazla para basarak enflasyonla yarışmayı deneyen ve bu şekilde enflasyonu daha fazla azdıran yönetimler de vardır.
Örneğin 1920'lerdeki büyük Alman enflasyonunda Alman Merkez Bankası 1800 tane özel matbaa kiralayarak para basımını sürdürüyordu.
O günlerde bir Alman ev kadını, manavdan lahana almak için sepetine markları doldurarak yola çıkmış. Manavın önüne gelince para dolu sepeti yere koyup, tezgâhtaki lahanalardan iyi olanı seçmeye başlamış. Bu sırada bir kapkaççı kadının yere bıraktığı sepeti kapıp kaçmış.
Kadın "imdat, hırsız var" diye bağırınca, hırsız telaşlanmış. Sepeti ters çevirip paraları yere dökmüş ve sepetle kaçmış.
Yani sepet içindeki paralardan daha değerliymiş.
O dönemde Alman Merkez Bankası'nın başına gelen Hjalmar Schacht karşılığı taşınmazlar olan "Rentenmark"ı tedavüle sokarak para arzından kaynaklanan enflasyonu dizginlemişti.
Bizler de yaşadık
Biz bu çapta olmasa da buna benzer bir hiper enflasyonu 1980'lerin başında yaşamadık mı?
Lokantada bir yıl önce hesap olarak ödediğimiz parayı, ertesi yıl garsona bahşiş olarak verdiğimizde karşılığında bir teşekkür almadığımız dönemler olmadı mı?
Yüksek bürokrat olan bir yakınım o dönemde emekli olmuştu ve kıdem tazminatı ile bir apartman katı almayı hesaplıyordu. Ama bu katı seçmekte o kadar yavaş davrandı ki, sonunda kıdem tazminatı ile bir buzdolabı alabildi.
Bazı yönetimler para basma hakkının daha da gözünü çıkartırlar.
Hem enflasyonla yarışmak için para basmayı sürdürürler, hem de paranın değerini korumak için döviz kurlarını sabitlerler.
Böylece dış ödeme krizleri patlar, ithalat durur, karaborsa piyasaya egemen olur.
Stagflasyon illeti
Hem enflasyonun hem de durgunluğun bir arada hükümlerini icra edecekleri "Stagflasyon" doğar.
Kısacası elinde "Dolar basmak" gibi bir hakkı olmayan yönetimlerin işleri kolay değildir.
Biz Türkler bütün bunları yaşayarak öğrendik.
Süleyman Demirel'in son Başbakanlığında Turgut Özal'ın hazırladığı "24 Ocak 1980" kararları ile bu gerçek ötesi ekonomi modeline son verildi.
Ama "28 Şubat post-modern darbesi" döneminin siyasal kadroları bütün bunları unutup yine kurları sabitledi ve sonunda krizler sarmalının içine yeniden düştük. Bankalar battı, iflaslar ve işsizlik had safhaya ulaştı.
Başarının kanıtları
Daha da önemlisi şu anda Türkiye'yi yöneten AK Parti iktidarının kadroları, hepimizden daha iyi öğrenmişler bu gerçekleri.
Türk lirasının değerini koruması, istikrarlı büyümenin sürmesi ve bu arada Türkiye'nin alt ve üst yapısının yenilenebilmesi bunun kanıtıdır.
Seçim arifesinde bile mali disiplinin korunması, döviz kurlarındaki hareketlere müdahalenin piyasa kurallarına uygun biçimde yapılması ve son ÖTV zamlarında olduğu gibi kamu gelirlerini artırmaya dönük cesur kararların alınması da, AK Parti iktidarının geçmişten ders aldığının kanıtlarıdır.
Bu başarının karşılığı da demokrasilerde seçim sonuçları ile ölçülür.
Daha ötesi var mı?
Kriz dönemlerinde Türk bankalarını alan yabancı bankaların değerleri, şimdi iştirakleri olan o Türk bankalarından daha düşük.
Denizbank'a bakın, Finansbank'a bakın ve bir de onların sahipleri olan Yunan ve Belçika bankalarına bakın.