ABD'nin 39. Başkanı James Earl (Jimmy) Carter başkanlığa adaylığını koyduğunda sıkı bir insan hakları ve barış savunucusuydu.
Ofisinde dev bir Martin Luther King portresi asılıydı.
Esas kritik nokta, Carter'ın samimi bir Soğuk Savaş ve askeri operasyonlar karşıtı olmasıydı. Silahsızlanmaya inanıyordu.
Tabii bu özellik Amerikan ordu -endüstri ittifakının hiç hoşlanmadığı bir şeydi.
Bu ittifak aralarına siyonist lobiyi de alarak hemen "Sovyetlerin silahlanmaya ABD'den daha fazla para harcadığı" iddiasını seslendirmeye başladı. (Ki sonra, bu iddianın feci bir yalan olduğu ortaya çıktı!)
O da yetmemişti; ordu -endüstri ittifakı Truman'ın 1950'lerde kurduğu militarizasyon cephesi olan "Mevcut Tehlike Komitesi"ni (CPD) yeniden canlandırmış ve Carter'ın çevresini daha koltuğa oturmadan kuşatmıştı.
***
Carter 1977'de Başkan olduktan sonra her şey öyle hızlı gelişti ve hatta öyle "
ters" gitti ki, sonunda silahlanma yarışına büyük paralar yatırmış, söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmamış, büyük enerji kriziyle
şaşkına dönmüş biri olarak Beyaz Saray'dan ayrıldı.
Medya birdenbire onun çiftçiliğini hatırlamış, adını "
fıstıkçı"ya çevirip aşağılamaya, bir uçak merdiveninden kaymadan inmeyi bile beceremediğini yazmaya başlamıştı. (Bu türden operasyonları biz de yakından biliriz, değil mi!)
Carter'ın toparlanıp eski fikir ve eylemlerine geri dönmesi;
mesela Hamas' yönetimini evinde kabul etmesi, Guantanamo'yu açık tutması nedeniyle Obama yönetimini eleştirmesi için 2000'lerin gelmesi gerekti.
***
Bunlar sadece
Başkan Carter'ın başına gelmedi. Onu seçip anlatmamın nedeni naif bir örnek olmasıdır.
Daha önce benzer şeyleri
Kennedy trajik biçimde yaşadı.
Daha sonra, bütün kıvrak manevralarına rağmen
Clinton da aynı süreçten geçti. İkinci Başkanlık döneminde de Obama yaşıyor.
Diyeceğim şu...
Hani uluslararası sistem analizleri yaparken hep
bir merkezden ve çevreden söz ediyoruz ya...
Veya bir "
imparatorluk"tan söz ettiğimizde, bu emperyal düzenin "
merkez"ine vurgu yapmaktan kendimizi alamıyoruz ya...
Sonra nasıl oluyor da, dünyanın köklü değişiminin
çevreden gelebileceği hayalleri kurabiliyoruz? Olmayacak şey!
Çevre, ancak direnebilir!
Sözümü daha açayım...
İçinizden "
Yahu Arap Baharı'na ne oldu, ne kötü bir sonbahar bu!" diye geçiriyorsanız...
Şunu da artık bilmelisiniz:
Dünyanın asıl bir Amerikan baharına ihtiyacı var!
O yüzden günümüz halkları
sistem içinde kalarak fakat sürekli eleştiriye tabi tutarak
merkezi dönüşmeye zorlayacak yollar bulmak zorundadır. Görev budur.
Gerisi toz topraktır!
Gerisi radikal acıları radikal politikalar sanmaktır!