Maskeler iniyor, yaldızlar dökülüyor; Esad ve Sisi'yle Beyaz Türkler arasındaki derin bağ çırılçıplak ortaya çıkıyor.
Baksanıza, canla başla Esad'ı ve Sisi'yi savunuyorlar.
Çünkü hiçbir zaman gerçekten "insandan yana" olmadılar; herkes için özgürlük istemediler.
Hep kendilerinden yanaydılar ve sadece kendi hayat tarzlarının özgürlüğünü önemsediler... Artık bütün canileri aynı anda lanetleyemeyecek kadar korkak olduklarını saklayamıyorlar.
***
Yalanlarının yüzlerine vurulduğu an... İşkenceye uğramış paramparça bedenlerin fotoğrafı karşısında böyle kılları kıpırdamaksızın nasıl durabiliyorlar, sanıyorsunuz. Çünkü hiç hayatı savunmadılar, sadece kendi
hayat tarzlarını savundular.
***
Ah, sizi gidi küçük ruhlar!
Sosyal medyanın
pek insancıl ve demokrat havaları atan mızmızlar tayfası.... İdeal insan aşkına sokaktaki insandan nefret edişiniz var ya, o kapı alçaklığa açılıyor, farkında mısınız?
Geçenlerde kıyı kasabalarımızdan birinde çekilmiş bir fotoğrafa rastladım. Bir kafenin girişine İngilizce olarak "
Dikkat!
Aptallara geçit yok!" yazan bir tabela koymuşlar.
Böyle bir yere girmek ne aptallık!
***
Pazarlama stratejileri, dijital teknoloji ve elbette popüler kültür bize sürekli "
Yürüyorsan, müzik de dinle!"; "
Burada biriyle sohbet ediyorsan, bunu orada olmayanlarla da paylaş!"; "
Bakıyorsan, fotoğrafını da çek!" diyor.
Fakat olmuyor işte! Olamaz!
Böyle yürümek, yürümek değil. Sohbet hep kesiliyor, söz dağılıyor. Ve hiçbir fotoğraf "
yaşantı"nın (experience) yerini tutmuyor, bakmak değil, uzun uzun bakmak gerekir.
***
Günümüz insanı... Yerinde duramayan fakat bir "
yer"e de gitmeyen bir gündelik hayatın sıradan kurbanı. Hiperaktif ama bitkin. Baudrillard'ın ifadesiyle söyleyeyim: "
Fiziksel sarfiyattan değil, sinirsel sarfiyattan" yorgun.
***
Bu dünyada "
oyalanmamız" gerekiyordu! Oysa biz ne yaptık? Hiç sonu gelmeyecekmiş, bir gün çekip gitmeyecekmişiz gibi ciddiye aldık.
Bu büyük yanlışın altından kalkma şansımız kaldı mı?