"Yüzünü iyice yüzüme yanaştırdı.
Gümüşi gecede yüzü kapkaraydı.
Deveyi merkep pazarında bulamazsın, dedi.
Birdenbire bu adamın bilgiyi arama çabalarımdan haberdar olduğunu, arkadaşlarımın tutumlarını kastettiğini anladım."
İşte tam bu satırlarda bir zaman tüneli beni çekip içine aldı.
Otuz yıl geriye ışınlandım sanki.
Sabah akşam felsefe tartıştığımız; günlerce uykusuz kalıp psikanaliz çalıştığımız günler...
O arada nasılsa, Ian Dallas (Abdülkadir Es-Sufi) diye bir yazarın kitabı elime geçmişti. Adı "Gariplerin Kitabı"ydı. Çevirmeni İsmet Özel'di.
Bir gece her şeyi bir kenara bırakıp kitabı okumaya başlamıştım. Sabah son sayfayı kapattığımda dağılmıştım.
Bildiğim sokaklara çıkmak, bildiğim buluşmalara gitmek, bildiğim işleri yapmak istemiyordum.
Otuz yıl sonra, şimdi pek ünlü bir kahve zincirinde oturmuş latte'mi yudumlarken...
Tesadüfen internette pdf halini bulup indirdiğim "Gariplerin Kitabı"nın 64. sayfasında yine aynı sözle karşılaşmak ve deveyi hâlâ merkep pazarında aradığım(ız) gerçeğiyle hesaplaşmak...
Çok sarsıcı oldu.
Otuz yıl...
Ne çok değiştim o günlerden bugüne.
Şükür ki, artık bir gram hikmete duyduğum susuzluğun tonlarca bilgiyle bile giderilebileceğine inanmıyorum.
Fakat hikmetin izini süren mahfillerde de artık sadece söz var sanki; hatırlatan, çağrıştıran, bazen taklitle yetinen söz. Sözün işaret ettiği "hakikat" usulca ortalıktan çekilmiş mi ne!
Neyse orasını karıştırmayayım şimdi.