İyi olan ne varsa, eski diye attık, yerine hiçbir şey koyamadık.
Eskiler "gülünecek şey var, gülünmeyecek şey var" derlerdi.
Gülmek için alaycılığı seçene kaş çatılır; alay çok uzatılırsa bunun bir "cahiliye" tavrı olduğunu ihsas eden büyükler bulunurdu.
Her şeyi hafife alanın ya gerçekten hafif bir kişiliği olduğuna ya da kendi "ağırlığı"nı abart- ma hastalığına yakalandığına inanılırdı.
Hülasa...
O zamanlar da kendini çok ciddiye almak gülünç kaçardı ama dünyada dalgası geçilemeyecek meseleler ve değerlerin varlığından kimsenin şüphesi yoktu.
Şimdi "geyik kültürü" denen şey bir virüs gibi her yanı sardı. Hayatın ağırlığını geyik yapmanın hafifliğiyle azaltacaklarını sanıyorlar.
Sınırsız alaycılık, "orantısız mizah", sözün vitesini boşa alma, neyse ne ama farkında değiller ki, ne hakiki bir neşe var bunların içinde, ne de sahici eleştirel bir zekâ!
Sonuçta ne oluyor?
İşte onu geçen ekimde ve şimdi Auschwitz toplama kampı müzesini ziyaret eden üniversiteli gençlerimizin acıklı halinde görüyoruz.