Orta sınıftan insanlar arasında şöyle bir dert türedi...
Neymiş! Geç olmadan hayatın tadını çıkartmayı öğrenmek lazımmış!
Ama nasıl?
Popüler medya sürekli "hayattan tat almak için yapılması gerekenler" listeleri sunuyor.
Şu yemek yenmeli; bu giysiden edinmeli; o geziye çıkmalı; şu semte gitmeli; bu dükkâna uğramalı; o kitap okunmalı; şu müzik dinlenmeli, vd.
Bunlar basit kaçmaya başladığında, kendini helak edercesine fitness programlarına katılmak ve kişisel gelişim öğretilerine ilgi duymak gibi şeyler devreye giriyor.
İtirazım yok!
Çoğu içsel bir "üretim"den çok parayı bastırıp satın almaya dayanıyor da olsa...
Ucunda o güzelim sevinç duygusu saklıysa, itiraz etmem.
***
Fakat tam bu noktada durup sormak isterim...
Neden ortadaki manzara bir tat arayışından çok çatışmayı andırıyor?
Bakıyorum...
"Ne yapsak da hayattan tat almayı becersek" diye dertlenen
30'larındakiler...
Henüz 18'inde, bilemedin tam 20'sinde olup "hiçbir başarı ve tadı yakalayamıyorum" diye şimdiden hayatına küsenler...
Yavaş yavaş "benden bu iş geçti" demeye başlayan ve "talihli" saydığı akranlarına hasetle bakan
50'sindekiler...
Ne çoklar!
Ve hepsinde
hoşluktan çok huzursuzluk;
neşeden çok endişe hüküm sürüyor. Yalan mı!
***
Bana sorarsanız...
Mesela
asma yaprağına yatırılmış ızgara sardalyenin bir tadı var, elbette! Enfestir!
Mesela güzel bir müzikle, iyi bir filmle tanışmanın; şehrin hoş semtlerinde dolaşıp kafelerde soluklanmanın; ruhu dinlendiren bir seyahate çıkmanın nasıl
keyifli bir şey olduğunu kimse inkâr edemez!
Ama söyleyin...
Bunlar "
hayatın tadı" konusunda fazla çıtır çerez kalmıyorlar mı?
Şu dünyada "
nereden gelip nereye gittiğini" hiç sorgulamayan ve
bir gram şeker için bir keçi boynuzundan ötekine koşturanlar hayatı tadabilirler mi?
Hem nasıldır hayatın tadı?
Tatlı mı? Pek az.
Ekşi mi? Bazen.
Acı mı? Çoğu zaman.
Tuzlu mu? Neredeyse, her zaman.