Van Gogh'un bir tablosu beni çok etkiler.
Yok! Şimdi Tophane'de dolup taşan Van Gogh Live sergisinde geniş yer tutan İrisler, Ay Çiçekleri, Yıldızlı Gece, Buğday Tarlası ve Kargalar adındaki tablolarından biri değil sözünü ettiğim.
Adı gibi yalın bir tablo: "Ressamın sandalyesi ve pipo!"
Bu tablonun kötü bir reprodüksiyonunu gördüğümde bile dalar giderim: Nasıl bu kadar sade ve "yoksul" bir resim bu kadar sıcak olabilir; insan ruhuna nasıl böyle güçlü biçimde dokunabilir!
Oturma yeri yıpranmış, Akdeniz işi bir köy sandalyesi.
Sandalyenin üzerinde bir pipo, bir tutam tütün ve mendil. Hepsi budur.
Bu resme o meşhur kulağını kesme hikâyesinden önce başlamıştır Vincent Van Gogh ama akıl hastanesinde yatıp çıktıktan sonra tamamlayabilmiştir. Yıl 1888'dir.
Daha sonra yazdığı mektuplarından anlarız ki, Van Gogh bu tablosunu çok sevmiştir.
***
Berbat bir odada, müthiş sıkıntılı, çok yoksul ve aklının sürekli alıp başını gittiği günlerinde sahip olduğu tek eşyadır o sandalye.
Bazen
masadır, bazen
askı, bazen
sehpa.
Kim bilir, belki öfkeyle bir tekme savurmuşluğu çoktur o sandalyeye, belki "
kafası iyi"yken ona takılıp düşmüşlüğü vardır.
Ama bir gün durup bakar o sandalyeye... Bakar, bakar ve resmini yapar.
Beni o tabloda etkileyen şey de bu işte!
Sık sık vurguluyorum ya hani...
O hep yaptığımızı sanıp aslında hiç yapmadığımız şey; yani
durup bakmak, dünyayı yeniden kavramak, sevmek ve
değerini bilmektir. Kimi resim yapar, kimi zihnine kazır, orası önemli değil!
***
Ve sevmek...
Van Gogh'un iskemlesine baktığı gibi bakmaktır.
Çünkü sevmek, sevdiğini başka her şeyin içinden çekip almak, ayırt etmek, ona "
can vermek"tir!
Sürekli sevgi sürekli bakmaktır.
Soluyor, eksiliyor, çürüyorsa sevgi...
Ortada "
bakış"sız ve
bakımsız bir ilişki var demektir.
Ne amansız bir çelişkidir ki, görselliğe yaslanan modern hayata rağmen durup etrafımıza ve birbirimize pek az bakıyoruz.
Çok hızlı bir trende cam kenarında oturuyor gibiyiz. Dışarıda ne varsa, zihnimizde bir iz bırakmadan gözlerimizin önünden gelip geçiyor sanki!
Aşklarımız, hazlarımız, düşüncelerimiz, hepsi belli belirsiz, hepsi uçup gidiyor...
Ve hiçbirinin değerini bilemiyoruz.
Neden
Van Gogh'un sandalyesinden söz ettim, anlamışsınızdır.
Usta ressamlardan bu konuda alacağımız dersler var.