Artık bu ülkede "niçin biz de Nobel alamıyoruz, niçin biz de Cannes'da kazanamıyoruz" gibi sorular sorulmuyor. Aşağılık kompleksi gerilerde, Eski Türkiye'de kaldı. Bazı muhalif gazetecilerin de bilinçaltında yaşıyor.
Eski Türkiye'de, bir Metin Erksan'ın Berlin'de Altın Ayı'yı alması, bir Yılmaz Güney'in Cannes'ı kazanması ("Yol" filmini çeken aslında Şerif Gören'dir!), Macaristan'ı 3-1 yendiğimiz "efsane" futbol maçıyla bir tutulurdu...
Hamaset fırsatı...
Elbette necip Türk basını, şimdi de Nuri Bilge Ceylan'ın kazandığı Altın Palmiye ödülünü "Gezi'de ve Soma'da ölen gençlere adamasıyla" falan ilgilenecektir. İşine öylesi gelir. Ceylan'ın "sinemasını", seyircinin okumadığı eleştirmenlere bırakmak üzere.
Le Monde gazetesinin Internet sitesine girdim, ödüllü filmin kısacık klibini seyrettim.
Ve de şaşırdım kaldım, Ceylan "Kış Uykusu" filminde Schubert çalıyordu!
Schubert'in, her dinlediğimde gözlerimi dolduran o eşsiz La Majör piyano sonatı... D 959 eser sayılı... Onun, ayıptır söylemesi kendim de başını ve sonunu tıngırdatabildiğim Fa Diyez Minör andantino bölümü, ikinci bölüm. (Hızlandığı orta kısmını çalamam, orası "virtüozite" ister.)
Ceylan, "İklimler" filminde de Scarlatti çalmıştı... O muhteşem Fa Majör piyano sonatını, K 466 ya da L 118 eser sayılı. (Bu sonatın en iyi yorumu Sloven piyanist Bayan Dubravka Tomsiç'e aittir, hararetle tavsiye ederim.)
Tuhaf şey, Scarlatti ve Schubert seven bir yönetmenin "benim adamım" olması gerekirdi.
Öyleyse niçin Nuri Bilge Ceylan'ın her filminde sıkılıyor, hiçbir eserini sonuna kadar seyredemiyordum?
Eleştirmenler mi entel takılıyorlardı yoksa ben mi sinemadan anlamıyordum?
Çünkü Amerikan kültür emperyalizmi, birçok gencimizi bozduğu şekilde, benim gibi orta yaşlı bir adamı da mahvetmişti. Amerikan serüven filmlerinin temposuna alışmıştım, hız istiyordum.
Nitekim Ceylan da "ben yavaş değilim, onlar çok hızlı" demiş.
Öyle ya, "Bir Zamanlar Anadolu'da" filminde, bir Anadolu kasabasının durağanlığı, sıkıntısı, darlığı, kısırlığı başka nasıl anlatılabilirdi? "Görevimiz Tehlike" temposuyla mı?
Önceleri Ceylan'ı bir "Angelopoulos taklitçisi" sayıyor, üstünde durmuyordum. (Gördüğünüz gibi, sinemadan hiç anlamam.)
Şimdi öyle bakmıyor, ona önem veriyorum. (Ceylan'ın da çok umurundaydı sanki!)
Yeni Türk sinemacılarını tebrik ediyorum, Hindistan'la birlikte dünyanın en kötü filmlerini üreten sefil bir sinemayı yerde buldular, onu alıp yükseğe taşıdılar.
Demek ki Emek Sineması yıkılsa da Türk sineması yıkılmıyormuş.
Bir şey daha: Ceylan'ın "Kış Uykusu" filminin merkezi bir otel. Otelin adı Othello... Aklıma hemen merhum Behçet Hoca'nın (Necatigil) ünlü şiiri geldi: "Bir otel Othello"... Niçin yazdığını ve kime yazdığını bir ben bilirim bir de Hilmi Yavuz bilir. Böyle bir otel gerçekten vardı, Serencebey-Ortaköy taraflarında.
Dedim ya, Nuri Bilge Ceylan esinlenmelere açık ve etkilenmekten korkmayan bir sanatçıdır. İçinde Çehov da var Bergman da, ruhunda Scarlatti de var Schubert de, ama asıl Türkiye var.