Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Ye sopayı ferahla

Küçük gazetelerden birinde kart bir budala "niçin artık eskisi gibi grevler yapılmıyor" diye ağlıyordu...
Her işini kaybedenin yerine elli kişinin üstelik "emek fiyatını da kırmak" üzere sırada beklediği bir ekonomide grev yapana deli diyorlar.
"Grev silahını" sırf hükümete zarar vermek amacıyla yerli yersiz kullanmaya kalkıp madara olana ne derler, onu da siz bulunuz.
Türk işçi sınıfının yalnızca yüzde 9'u sendikalıymış!
Bu durumda kim hangi devrimi nasıl yapacak, onu da siz söyleyiniz.
Polisten dayak yemek daha kolay ve daha "boşaltıcı" bir yol gibi görünüyor...
İşçi, sol basın ağalarının iddia ettikleri gibi sendikaya girmeye korkuyor mu, yoksa sendikanın "senede bir gün lagaluga yapmanın" ötesinde kendisine bir fayda sağlamayacağının farkında mı?
Bu durumda iş güvencesi, çıkmaz ayın son çarşambasında gerçekleşeceği hayal edilen bir devrime bağlanmıyor, eldeki işe sımsıkı sarılma yolu seçiliyor.
Bakınız basında iş güvencesi "biat etme" yoluyla sağlandı: "Birilerinin adamı" olmak, işini korumak için en kestirme rahatlık... Gerçi birilerinin adamı olmak "o gidince onunla beraber kapı önüne konulma" tehlikesini de içeriyor ama, efendisinin yeni bir iş teklifine "ekibimle gelirim" şeklinde cevap vermesi bir teselli kaynağı sayılıyor!
Şimdi sıkı durun: Anket yapılmış, "1 Mayıs Taksim'de kutlansın mı?" sorusuna, işçi kitlesinin yüzde 62'si "hayır, Taksim olmasın" şeklinde yanıt vermiş!
Basın ağaları bunu nasıl yorumluyorlar? "İşçi bilinçsiz" şeklinde...
Öyle ya, halk cahil, oyunu kime vereceğini de bilmiyor! Bir eğitilse oylar CHP'ye yağdırılacak ama eğitilmiyor ki...
Oysa sendikalaşma oranı, Avrupa Birliği ülkelerinde bile ancak yüzde 23.
Yani, ileri kapitalist ülkelerde bile işçinin dörtte üçü sendika fikrine yüz vermiyor.
Fransa'da bu oran Türkiye'den bile düşük: Yüzde 8... Fransız halkı da mı cahil?
Gerçek şudur: İşçi sınıfı, onun adına iktidara gelip en başta onu kazıklamaya kalkan soldan sıtkını sıyırdı. (En son örneği, tatlı su sosyalisti François Hollande ile görüldü. Adam, Fransa'nın Kılıçdaroğlu'su!) Bunun yerine "kapitalist gelişmenin nimetlerinden yararlanmaya bakmak" daha çok işine geliyor.
Çünkü sermaye, sömürüden işçiye de pay veriyor. Yani, artı-değerin bir kısmını iade ediyor, devletin vergi iadesi gibi.
Bolşevikler, işçiyi en acımasızca sömüren bürokratlar oldular. Komünist ülkelerde grev yasaktı, grev yapmaya kalkana "sen delirdin mi, zaten iktidardasın, kendi kendine karşı mı grev yapacaksın" derler ve ya akıl hastanesine ya çalışma kampına gönderirlerdi. Her işçinin bir "iş pasaportu" vardı, fabrika müdürünün kasasında dururdu, ayrılmaya kalktığı zaman bu pasaportu alamazsa yeni bir iş bulabilmesi sözkonusu değildi. Bir de "ülke içi pasaport" vardı ki, bir şehirden öbür şehire, bırakın işe girmeyi, gezmeye gitmek için bile gerekliydi.
(Tarihte "en çok komünist öldürenin" de, hayır Hitler değil, Stalin olduğunu biliyor muydunuz?)
İşçi sınıfı bunu yaşadı, yaşamayan da uzaktan ibretle izledi ve yirmi birinci yüzyılda hiçbir bolşeviğe tükürmez bile.
Siz de ancak 1 Mayıs'larda yersiniz sopayı, kurtlarınızı dökersiniz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA