François Hollande ülkemize geldi, Candan Erçetin'i öpüp magazincileri mutlu etti (Seda Sayan'la karşılaşsa ne yapacaktı acaba?), Avrupa Birliği'ne girmemizin hayal olduğunu kibarca hatırlatıp "1915 konusunda dersimizi daha iyi çalışmamızı" istedi ve gitti.
Bu arada başka bir Fransız başkanının, Charles De Gaulle'ün 1968 yılında yaptığı Türkiye ve Galatasaray ziyareti hatırlandı. Sağolsun, bizim Ethem de (rektör Ethem Tolga) buna katkıda bulundu.
Hemen belirteyim: De Gaulle'ün Galatasaray'a "uğraması" başlangıçta devlet büyüklerimiz tarafından hiç düşünülmemişti! Müdürümüz rahmetli Muhittin Sandıkçıoğlu gezi programı açıklanınca apar topar kalktı Ankara'ya gitti, devlet büyüklerimizin ağzından girdi burnundan çıktı da bunu ancak kabul ettirebildi! Hatta, okulun makiyajı, yani badana edilmesi ve asfaltlanması için özel ödenek de çıkarttı! Bu arada yemekler bozuldu. (Hatırlar mısın Ethem?)
Bu hazin güldürü, Ferhan Şensoy tarafından, ikinci etütlerde sınıfları dolaşarak ve de ünlü "şamata gecelerinde" birlikte yaptığımız gösterilerde şöyle dile getirilmişti:
Güya De Gaulle okulu geziyor ve diyor ki, "Galatasaray'a yaptığım ziyaretin lö badanaj, l'asfaltaj ve la bombokasyon de yemekaj'a denk gelmesinde gizli bir uyum var!"
Fakat açıklayacağım "tarihi" gerçek bu da değil.
Sevgili sınıf arkadaşım Nedim Gürsel, yeni çıkan ve ağırlıklı olarak okulumuzu ve gençlik yıllarımızı anlattığı romanı "Yüzbaşının Oğlu"nda, bir şehir efsanesine değilse bile bir okul efsanesine yer vermiş, bazı basın mensupları da bunu ciddiye almışlar:
Güya de Gaulle okulun cümle kapısından girerken bizler toplanmış "i... De Gaulle" diye bağırıyoruz... O da merak edip soruyor: "İ... ne demek?"
Zor durumda kalan tercüman rehber (rehberlerin piri Emre ağabey olmasın?), önce kem küm edip sonra şu çözümü buluyor: "İ...., yaşasın demektir."
Bunun üzerine De Gaulle de diyor ki, "bon, eh bien alors, i.... Galatasaray!"
Nedim bunu azıcık değiştirmiş, bizi bağırtmamış da bu ifadeyi karatahtaya yazdırmış. Elbette bu hakkı vardır, yazdığı bir anı kitabı değil bir "fiksiyon" eseridir. (Nedim bunu romanda yapmakta mazurdur da, tutup Le Monde gazetesine "başbakan Boğaz'da rakı içmemizi yasaklıyor" dediği zaman işin tadı kaçıyor.)
Böyle bir olay olmadı. Ne biz böyle bir şey söyledik, ne de De Gaulle'ün ağzından böyle bir söz çıktı.
Bu anekdot, gene yukarıda anlattığım iki kişilik güldürü gösterilerimizde Ferhan Şensoy'un yumurtladığı bir gırgırdan ibarettir. Anlaşılan Galatasaray'a yapışıp kalmış... Tıpkı rahmetli Adnan Şensoy'un ("Makas Adnan") uydurduğu "Ayı İsmail" esprileri gibi. Gençlerimiz onları da gerçek sanır.
Gene de "Fransa'nın Kılıçdaroğlu'su" François Hollande (aynı siyasi yeteneksizlik düzeyindedir) eksik olmasın, içi boş bir fırsatla da olsa bizleri aldı kırk altı yıl geriye götürdü...
Aklıma takılan bir şey de var: Bizim zamanımızda okulda kız öğrenci olmadığına göre, şu Hollande o zamanlar gelseydi kimi öpecekti acaba?
Hele sosyaldemokratların gerçek lideri ve başkanlık fırsatını "seks düşkünlüğü" yüzünden Hollande'a kaptıran Dominique Strauss-Kahn...
Deniz Baykal'ın da kulağını çınlatalım mı?