Rahmetli Aysel Gürel'le birbirimizi pek severdik, yıllar sonra söylüyorum, Müjde de sevinsin.
Yok, "o anlamda" değil, takdir ederdik anlamında. Benden yirmi üç yaş büyüktü, anama yakın.
"Deli Aysel" namıyla maruftu ve hayatının her dönemini bir "kadınlık patlaması" şeklinde yaşadı. Kırkında ellinde yapsan hoş karşılanacak şeyler, yetmiş beşinde yapınca hoş olmuyordu. Fakat Aysel'in bir tür dokunulmazlığı vardı, ses edilmiyordu. Tarkan'ın deyimiyle "ne yasak biliyordu, ne kural, ne de ayıp."
Onun yaptıklarını yapmaya gizlice niyet edip de yürekleri yetmeyenlere bir "tanrıça" gibi göründü.
Şimdi de onu "Homeroskızı" yapmışlar! Biz "Homerosoğlu" olarak Yaşar Kemal'i bilirdik, bir de onun sol cebinden düşme, Homeros'un yeğeni Zülküf'ü...
Beş yıl önce yitirdiğimiz Aysel Gürel'in anısına şimdi bir albüm yapmışlar. Ünlü pop şarkıcılarımız katılmışlar. Fazla beğenilmemiş.
Aysel Gürel'in, çılgın bir fırtına şeklinde yaşadığı hayatından başka, iki kimliği daha vardı. Bir, şarkı sözü yazarlığı. İki, Müjde'nin ve Mehtap'ın anneliği.
Çok iyi bir şarkı sözü yazarıydı, bir diğeri Fikret Şeneş'tir.
Batı'nın ünlü kadın şarkı sözü yazarlarıyla, örneğin bir Marguerite Monnot'yla mukayese edilebilir miydi? Edilirdi belki, ardında bir "İrma" bırakmış olsaydı.
Fakat orada duracaksın. Şarkı sözü yazarı şair değildir. Televizyon dizisinin sinema olmadığı gibi.
Onun için "altın saçlı bir şiir tanrıçasıydı" demişler. (Saçları boyalıydı, çoğunlukla cart kırmızı.) "Renklerden korkmayan kadın" da diyorlar. Hiçbirşeyden korkmayan kadındı.
Böylece "Taksim çocuklarının tanrıçası" da ilan edilmelidir. Gerçi Taksim çocukları Aysel Gürel'e mi yoksa Türkan Saylan ve Muazzez İlmiye Çığ gibi tanrıçalara mı tapacaklarına henüz bir karar verememişlerdir ama... (Mina Urgan ne oldu yahu? Çok çabuk unuttunuz.)
Fakat, liberal geçinenlerin az satışlı gazeteciğinde yayınlanan şu satırlara bakınız:
"Kimileri derler ki Atlas bir punduna getirip gökkubeyi omuzuna bıraktı Aysel'in... Aysel bu, Atlas'ın acısına dayanamayıp omuzlamıştır gökkubbeyi... Bir yandan çelimsiz vücudunda gökleri taşıyordu, bir yandan da dünyadaki nesline bakıyordu... Kah güldü, kah ağladı... Derler ki, kabına sığmayan o zayıf kadın o anda altın saçlı bir şiir tanrıçasına dönüşmüştür. Atlas neşesini de hüznünü de kıskandı Aysel'in. Titanlığı tuttu, zorla aldı gökkubeyi. Kesif bir acı vardı sadece, kendi acısı. Yakındı. O gün bugündür gök gürültüleri Atlas'ın Aysel'e haykırışını taşır durur. Bilenler, buruk bir aşk acısı da sezer o yakınmalarda. Aysel Gürel, Homeroskızı... Bitmez bir yolculuğa taşıdı kelimelerinde son bakışları, her bahar dirilmeyi, sırların mihnetini yüklenmenin ağırlığını, hafifliğini günlerin, bir kül olup savrulabilmeyi, yeri geldiğinde yolun başından dönebilmeyi... Tanpınar'ın öğrencisiydi. Tılsımlıydı sözleri, belki de o aşka tutulduğunda gönlü vurgun yemiş misali olduğu için bize ayrılıklar da vurgun gibi geldi. O söylediği için denizler bin defa taştı, taş duvar aynı kaldı."
Rasim Ozan Kütahyalı haklıdır, bunlar liberal falan değil, bunlar yalnızca zavallı enteller.
Üstelik, polisi ölçü bilmemekle suçluyorlar ama kendileri ölçü kavramının uzağından bile geçmemişler.
Bak, ben yaşlanınca ölçü öğrendim, küfür etmedim. Genç olsaydım, ohohooo...