Bundan yirmi yıl önce bir gazeteci arkadaş Turgut Özal'ın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olacağını ileri sürmüştü. Şimdi de başka bir gazeteci arkadaş aynı görevi Abdullah Gül'e yakıştırmış.
Bu iddialar az biraz "yaranma gayreti" koktukları için çok fazla da ciddiye alınmaya değmezler.
Lakin, fikir güzeldir.
Herhangi bir Türk o göreve seçilse elbette hoşumuza gider. Hani dünyada ve ülkemizde Kemal Kılıçdaroğlu bile ciddiye alınan bir adam olsa da o göreve getirilse, vallahi seviniriz. Orhan Pamuk'un Nobel ödülü alması ya da Arda Turan'ın Atletico Madrid'de oynaması gibi bir şey...
Bu bize dünyada "artı" prestij sağlar. Ama "fizibilitesi" var mıdır?
Özal'ı o göreve önermek bir "Türk okuruna Türk politikacısı propagandasından" ibaretti ve büyük ölçüde, "cumhurbaşkanlığı sona erince Özal'ı nereye koyacağız" endişesinden kaynaklanıyordu.
Aslında merhum yeni bir parti kurmayı ve zıvanasından çıkmış olan ANAP'ı silip yeni bir mücadele başlatmayı düşünüyordu, ömrü vefa etmedi. Onu BM Genel Sekreterliği'ne öneren ve kendi söyleyip kendi dinleyen arkadaş da cenazede gözyaşları içinde tekbir getirmekle yetindi.
Kötü oldu, zamansız oldu, çünkü Demirel'in Çankaya'ya zıplamasıyla Türkiye'de tam dokuz yıl sürecek bir duraklama ve fetret devri başladı.
Şimdi de Abdullah Gül'e BM Genel Sekreterliği yakıştırılmasında, bazı arkadaşların "AKP gerçeğini görmekte niçin geç kaldım" endişesi kadar, Gül'e cumhurbaşkanlığı sonrası yeni bir görev uydurma kaygısının da payı var...
Kimileri Erdoğan ile Gül'ün, hani Putin-Medvedev ikilisi gibi bir "tandem" oluşturacaklarını ileri sürüyorlar, Erdoğan yeni başkan, Gül de bu kez onun başbakanı... Kaldı ki o makam Gül'ün yabancı olduğu bir yer de değil.
Kimileri de, cumhurbaşkanlığından başbakanlığa "inmenin" Gül'ü "kesmeyeceğini" düşünüyorlar...
Bunda, Erdoğan ile Gül arasında bir çatışma, en azından bir sürtüşme doğacağını ummak şeklinde "gizli bir namussuzluk" da yatıyor tabii!
Bir kör umut... Çünkü basında bu "fitnenin" peşrevini, denemesini çok yaptılar, tutturamadılar.
Peki, "fikir jimnastiği" yapalım, Gül Birleşmiş Milletler'in başına geçebilir mi?
Bu Türkiye'yle, hayır.
Çünkü o görev daima sorunsuz, önemsiz, maraza çıkarmayacak hatta dünya skalasında "mıhsıçtı" sayılacak ülkelerin, eh azıcık da "ne kokar ne bulaşır" diplomatlarına ayrılmıştır: Norveç, İsveç, Güney Kore, Peru, Ghana, Myanmar, falan.
Türkiye gibi "kritik" ve "kilit" bir ülkeden adam almazlar oraya.
Ama ekonomik kalkınmasında belli bir eşiği atlamış, Kıbrıs işini çözmüş, Kürt işini de çözmüş, hatta şu ünlü "soykırım" iddiasını da çözmüş, kendini dünyaya "her açıdan" kabul ettirmiş bir Türkiye'den... Niçin olmasın? Böylece BM'de "dişli genel sekreter" dönemi de başlar.
Çünkü Gül de çok farklı bir başkan... Silikon Vadisi'ne gidip Apple'ı, Microsoft'u, Google'ı, Facebook'u ziyaret eden bir başkan fikrine hiç alışık değildik. Biz genellikle emekli memur görmeye alışmıştık o koltukta.
Öte yandan, hadi şimdi "Birleşmiş Milletler'in yirmi birinci yüzyılda bir anlamı ve önemi, bir ağırlığı kaldı mı ki?" diye sormayalım da, George W. Bush ile aynı düzeye düşmeyelim.
Ne yapalım? Kendi kısır gündemimize dönelim: Erdoğan ile Gül arasında çatışma bekleyen ve bundan siyasi çıkar sağlamayı uman, avucunu yalayacaktır.