Bir türlü isim bulamadığımız ayın bir haftasını geride bıraktık. Bunlar aynı zamanda yılın en sevimsiz günleridir. Öğle yemeğinden kalkarsın, bakarsın akşam olmuş.
Bu ayın ismi, eskiden, Kânunu Evvel...
Sonra "Türkçeleştirme" çalışmaları yapılmış, "Birinci Kânun" denmiş, sonra iki kelime birleştirilip "İlkkânun" olmuş...
Fakat "radikal" değişiklik taa 1945 yılında gelmiş.
10 Ocak 1945 günü, yani Atatürk'ün ölümünden tam altı yıl iki ay sonra, TBMM bazı ayların adlarını değiştirmiş. Birinci Teşrin "ekim" olmuş, İkinci Teşrin "kasım", Birinci Kânun "aralık" olmuş, İkinci Kânun da "ocak"...
Yeni isimler "keyfe keder" saptanmışlar. Ekim yapıldığı için ekim, ocaklar yandığı için ocak...
Kasımda neyin kasıldığını bugüne kadar anlayabilmiş değilim. Türkiye'de ocaklar da demek ki kasım ve aralık aylarında yanmıyorlar, bunun için yılbaşı bekleniyor, herkes soğukta oturuyor.
Ve de bu ülkede ay isimleri kanunla değiştirilebiliyor.
Yani yarın TBMM karar alsa da ağustosa "zırtlangoç" dese doğal karşılanacak, iki kuşak sonra nasılsa kimse hatırlamayacak...
Nitekim, o sıralar diğer aylar için de önerilen isimlere bakınız: Şubat için "gücük", mart için "yelin", nisan için "açarak", mayıs için "gülay", haziran için "bozaran", temmuz için "biçim", ağustos için "derim", eylül için "verim"...
Türkiye'de devrimler Nasrettin Hoca'nın "ona değdi buna değmedi" hesabı gibi "şu tuttu bu tutmadı" yöntemiyle yapıldığı için, bunların bazıları benimsenmemiş! (Laf aramızda, ekim ve kasım oluyor da, biçim, derim ve verimin ne sakıncası varmış?)
Fakat devrimciler bir noktada çuvallamışlar, diğerlerini uydurması kolay olmuş da, on ikinci aya ad bulamamışlar!
"Arada" kaldığı için de "aralık" deyip çıkmışlar, Şu anda, haybeden bir ayın dokuzuncu gününü idrak etmektesiniz.
Eh, aralık diye ay oluyorsa, zırtlangoç da niçin olmayacakmış?
Kemalistler hemen küfür etmesinler: Eskiye dönelim demedik.
Demokrat Parti'nin yaptığı gibi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nı "Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti" yapalım demiyoruz.
Yalnızca, eksik, yanlış ve geç yaptığınız işlerle dalgamızı geçiyoruz, o kadarcık da olacak, memlekette demokrasi var.
Niçin şapka için iki yıl, alfabe için beş yıl, soyadı için on bir yıl, kadınlara oy hakkı için on iki yıl beklediniz?
Bu işleri keyfe keder, bölük pörçük ve "akla geldikçe" yaptığınızı iddia ediyoruz, bu size karşı çıkmak değildir. Sapla samanı ayıralım.
Niçin, teşrini ekim yapmak için Atatürk'ün taa altıncı ölüm yıldönümüne kadar beklenmiştir örneğin?
Daha 1932 yılında "bu gece duygum tükel özgü bir kıvançtır, Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız ataç özlüklerin tüm ıssıları olarak baysallık, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar, onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar" şeklinde konuşan ve bizzat İsmet Paşa'nın "vallahi hiç bir şey anlamadım" dediği Büyük Önder, niçin şu teşrin ve kânun meselelerine de bir el atmamıştı?
Size de tuhaf gelmiyor mu?
Gelmiyor. Sizin bir kısmınızın derdi şimdilerde başbakanı öldürmek, bir kısmınızın da, Aziz Yıldırım'ı diriltmek.