Türkiye Afrika'yı sallıyor
İstanbul'da yaşayan gazeteci Julia Harte’ın üç ayda bir yayınlanan World Policy Journal dergisinin 2012 Kış sayısında, Türkiye'nin Afrika'da düzenlediği yardım çalışmalarının başarısını yazdı.
Julia Harte'nin World Policy Journal dergisinde yayınlanan "Türkiye Afrika'yı Sallıyor" başlıklı yazısı:
2011 Ağustos'unda bir gece geç saatlerde, Vakıf Üniversiteleri Birliği Başkanı Rıfat Sarıcaoğlu, Başbakanlıktan bir telefon aldı: Üç saat içinde Somalili öğrenciler için olabildiğince çok burs bağlaması gerekiyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, son faal hükûmetin devrildiği 1991 senesinden beri Afrika dışından ilk kez bu düzeyde bir konuğu ağırlayacak olan bir başkente, Mogadişu'ya uçmak üzereydi ve yanında çok değerli bir armağan götürmek istiyordu.
Takvimler 19 Ağustos 2011'i gösterdiğinde, Erdoğan ve eşinin yanı sıra Türk siyasetçiler, iş adamları, gazeteciler, şarkıcılar, hatta bir realite şov yıldızından oluşan bir heyeti taşıyan iki uçak indi Somali'nin başkentine. Bu ziyaretle Somali'de yeni bir dönem başlarken, Türkiye de, Afrika kıtasında yükselen bir aktör olarak yeni bir pozisyon almıştır. Son yirmi yıldır sürekli iç savaşa sahne olan ülke dünyanın gözünde adeta, korsanlar, savaş ağaları ve İslamcı el Kaide bağlantılı örgüt el Şebab'ın istilasında kâbus gibi bir yerdi. 2011 yılı ortalarında son altmış yılın en feci kıtlığı vurduğunda, Afrika Boynuzu'nda 12 milyon insanı ölüm tehlikesiyle burun buruna getiren büyük bir açlık felaketi yaşandı.
Ancak, ertesi yıl 1200'ü aşkın Somalili öğrenci, tam burslu olarak öğrenim görmek üzere Türkiye'ye geldi. Somalili öğrencilere yönelik bu muazzam yatırım –yaklaşık 70 milyon ABD Doları- esasında, Erdoğan'ın Sarıcaoğlu'na verdiği geceyarısı talimatıyla başlayan süreçte savaş ve açlık vurgunu ülke halkına Türkiye'den gelen cömert yardımların sadece bir parçasıydı. Erdoğan'ın ziyareti kendiliğinden gelişmiş değildi; el Şebab'ın Mogadişu'da kontrolü kaybetmesinden sadece birkaç hafta sonraya rastlıyordu. Türkiye'nin insanî yardım kuruluşu Kızılay görevlileri aylardır Mogadişu'da, su şebekelerinin arındırılması, çöp yığınlarının temizlenmesi, yeni okullar ile sağlık kliniklerinin inşa edilmesi, iç savaş ve açlık yüzünden yersiz yurtsuz kalan Somaliler için en iyi daimî yerleşim yerini kurmakla meşguldüler.
"Bunlar, Somali'de ne yiyip içeçeğini, nerede uyuyacağını merak etmeden veya tecavüz edileceğinden endişe duymadan yaşayabilecek tek yerleşimciler" diyor, BM'nin Somali'deki insani yardım koordinatörlerinden Kilian Kleinschmidt. Birkaç ay içinde Türklerin, diğer yardım kuruluşları veya ülkelerin yapabildiğinden daha fazlasını başardıklarını da ekliyor sözlerine. Türk Büyükelçiği bugün, ülkeye yeni gelenlerin Somali hakkında tavsiyelerine başvurmak için çaldığı ilk kapı. Türkiye'deki özel sektörden 2011'de Somaliye'ye yapılan bağış miktarı, 365 milyon ABD Doları'nı aşmış; Türk hükûmetinin yardımları da Avrupa ülkelerini (Britanya dışında) geride bırakarak 49 milyon ABD Dolarına ulaşmıştır. Bu yoğun kampanya sayesinde Türkiye, Somali'de hükûmet tarafından da sivil toplumca da seviliyor. Somali'nin Türkiye Büyükelçisi Nur Şeyh Hamud Mursal'ın ifadesiyle bu bağışçı ülke, "Tanrının Somali'ye gönderdiği bir kurtarıcı". Somali'de kabine, Erdoğan'ı, "Halk Adamı" ilan ederken ülkede yeni doğan çocuklara ve caddelere Erdoğan, İstanbul ve Türkiye adları veriliyor.
Türkiye için, etkisini yavaş yavaş daha da genişlettiği Somali, dış politikada merhameti pazarlayabileceği ideal bir platform. Geçen yıl Türk liderler, Türkiye'yi, uluslararası krizlerde yardımsever ve güçlü bir arabulucu olarak lanse etmek için ellerinden geleni yaptılar. Nisan ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul'da bir askeri akademide seslendiği subaylara, Türkiye'nin yeni savunma doktrininin "Erdemli güç….her adımı insan onuru ve mutluluğu açısından sınanmış bir güç anlayışı" taşıması gerektiğini söyledi. Hemen Suriye sınırındaki şiddetli karışıklık, İsrail ile İran arasında bir savaş çıkacağı yolundaki söylemler, Kıbrıs, Ermeni soykırımı ve Türkiye'nin insan hakları sicili üzerinden AB ülkeleriyle Türkiye arasında giderek gerilen ilişkilerin oluşturduğu konjonktürde Türkiye, dünyanın karşısına dostane bir yüz ile çıkmaya çalışıyor.
Daha tuhaf olanı da, Türkiye'nin, bu erdemli güç ile elde etmeyi umduğu şey: Cumhuriyet'in bugüne dek erişemediği uluslararası önem ve etki alanına kavuşma arzusu. 2012 yılı başlarında "Suriye'nin Dostları" toplantısından dönüşünde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, basına, Türkiye, "Yeni küresel düzenin oluşturulduğu masanın merkezinde yer almalıdır" diye konuştu. Somali'ye yardım kampanyası, Türkiye'nin uluslararası camiadan gördüğü takdir ve Türk iş adamlarına açtığı yatırım fırsatlarıyla karşılığını bulmuş durumda. Sahada rakipsiz yürüttüğü yeniden inşa çalışmaları ve cömert burs programı ile Türkiye, Somali'de ilk büyük "erdemli güç" gösterisini sahneliyor.
Daha uzun vadeli bir öngörüyle de, Türkiye için Somali'nin, Sahraaltı Afrika'nın geri kalanına açılan arka kapı olabileceği söylenebilir. Türkiye, Somali'deki çalışmaları sayesinde, Afrika ülkelerinin cömert ve başarılı bir ıslahatçısı olarak nam saldı. Türkiye, Somali'de başarılarını artırdıkça bölgede siyasî sermayesini de büyütecek. Dolayısıyla Mozambik'ten Gambiya'ya pek çok ülke ile siyasi ittifaklar geliştirilecek ve yatırım umutları da artacak. Bu özellikle de, Sünnî İslamın gündelik hayattaki yerinin, Türk yatırımcılara ve temsilcilere, İslami maliye, sosyal ahlak ve ortak kutsal günleri bilmelerinden ötürü gayrimüslim rakipleri karşısında üstünlük sağladığı, çoğunluğu Müslüman ülkelerde geçerli olacaktır.
Somali'nin ABD Özel Temsilcisi Abukar Arman'a göre, Türkiye'nin erdemli güç öğretisinin Somali'de kaydettiği başarı, yumuşak gücünün etkisini gösteriyor. Türkiye, Sahraaltı Afrika'da faal olan diğer pek çok yabancı güç gibi yeni-sömürgeci damgasını yemeden uzun erimli etki yaratmak için stratejik bir sistem kurdu. Türkiye, daha büyük bağışçıların çözemediği altyapı sorunlarının üstesinden gelerek, Somalilerle kendi ülkelerinde doğrudan ilgilenerek, Türk yurttaşlarını Somali'ye yönlendirerek ve Somalili gençleri eğitim için Türkiye'ye getirerek Somali toplumunu istikrara kavuşturmaya ve ülke ekonomisini yeniden canlandırmaya yardım etti. Aynı zamanda da bu ülkenin ana müttefiki ve ticaret ortağı olarak konum aldı. Aynı strateji başka pek çok Sahraaltı Afrika ülkesine de uyarlanabilirdi.
Diğer güçler de bu taktikleri kullanabilirdi. Müslüman Afrika ile dinî yakınlığı, ayrıca bölgede taze ve lekesiz bir sicili olması Türkiye'yi avantajlı kılıyor olabilir, ama Afrika'da daha fazla deneyime sahip ülkeler de aynı taktiklerle bölgede siyasî sermayelerini büyütüp ekonomik beklentilerini artırabilirler. Bugüne dek Çin ve ABD gibi büyük yabancı güçler, Sahraaltı'nda büyük oranda da gayrişahsi yatırım projeleri, koşullu krediler ve bağışlar yoluyla etki yarattılar. Türkiyenin erdemli güç doktrinine öykünmek ve Afrika halkıyla daha samimi bir ilişkiye girmek, bu ülkelerin duygusuz vurguncular diye çıkan adlarını biraz olsun temizleyecek ve iş yapmak istedikleri Afrika ülkelerindeki pazar koşullarını kendi paylarına iyileştirebilecektir. Ancak, Türkiye'nin açtığı yolda ilerlemeleri için, erdemli gücün meyvelerinin alınması gerekecektir.
DAHA BÜYÜK PLANLAR DÖNÜYOR
Türkiye, ortada bir kurtarıcının da bulunmadığı, yardıma muhtaç yoksul Somali'ye, aslında yeni dış politika doktrinini hayata geçireceği bir fırsat gözüyle bakıyordu. Somali için para toplayarak çok daha zengin ülkelerce gösterişli konserler ve ünlü isimlerin öncülüğünde bağış kampanyaları gibi muazzam organizasyonlarla yürüttüğü insani yardım kampanyalarına öykünmüştü. Bu yardım girişimi sayesinde, başkaları gölgede bırakan Türkiye bir bölgesel lider olarak öne çıktı.
Somali, Türkiye'nin, Afrika'daki yükselen piyasalara sızmayı ve Afrika hükûmetlerinden nemalanmayı hedefleyen daha büyük bir girişimin ön planında yer alıyor gibi görünüyor. Türkiye'nin Afrika ülkeleriyle dostluk kurma çabası, birkaç yıl önce, Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi'nde 2009-2010 dönemi geçici üyeliğini kazanmaya çalıştığı zaman başlamıştı. 1961 yılından beri ilk kez iki Afrika ülkesi haricinde tüm Afrika'nın oylarıyla Türkiye bu hedefine ulaştı. 2012'de, 2015-2016 Güvenlik Konseyi geçici üye adaylığını açıklayan Türkiye, Uganda Cumhurbaşkanından şimdiden destek sözü aldı.
Geçen yıl Türkiye'nin Afrika yardım programı ivme kazandı. Kıtada, Erdoğan'ın ziyaretinden üç ay önce açılan Mogadişu'nun yanı sıra yedi Afrika başkentinde daha büyükelçilik oluşturuldu. Zambiya, Mozambik, Moritanya, Zimbabve, Somali, Gambiya ve Nijer'de açılan yeni büyükelçilikler geçen yıl, bu ülkelerin pazarlarına Türk malı ihracatında 300 milyon ABD Doları tutarında bir yükselişi de beraberinde getirdi. 2012 sonu itibarıyla Türkiye, Afrika'da 2011'in başlarında sayısı 22'yi bulan elçiliklerini 33'e çıkarmayı hedefliyor. Türk Havayolları da aynı hızla Afrika ülkelerine yeni seferler başlatıyor. Mart 2011'de Cumhurbaşkanı Gül'ün başkanlığında kalabalık bir iş adamları ve siyasetçiler heyeti, ticari bağlantılar kurmak amacıyla kaynak zengini Gana ve Gabon'u ziyaret etti. Son üç yılda Gül, Kenya, Tanzanya, Kongo, Kamerun ve Nijerya'da temaslarda bulundu. Oysa ABD Başkanı Barack Obama, ilk dört yıllık başkanlık dönemi boyunca bir Afrika ülkesine, -Gana'ya- topu topu 20 saat süren bir ziyarette bulunmuştu.
İsyancılar, Muammer Kaddafi'yi devirince kıta, yoksul Afrika ülkelerine yardımda bulunan en büyük bağışçılardan birini ve Afrika Birliği bütçesine yapılan en büyük katkıyı yitirmiş oldu. Artan yardım harcamaları ile –Türkiye'nin denizaşırı yardım miktarı 2011'de 1 milyar doları bulmuştur- Türk hükûmeti en azından Kaddafi'nin vefatıyla oluşan boşluğu kısmen dolduracak konuma gelmişti. Türkiye'nin Sahraaltı ülkelerle arasındaki ticaret hacmi, bir önceki yıla göre yüzde 72 oranında ve 2000 yılından beri de üç misli artarak 2011'de 7,5 milyar doları bulmuştu.
Türkiye bağışlar, eğitim bursları, yumuşak diplomasi ile daha önce de bir komşu bölgeyi kazanmaya çalışmıştı; bu ilk değil. 1990'larda benzer bir yardım programını Orta Asya ülkelerinde uygulamaya çalışmış, oralara da eğitim bursları vermiş, yardım ve kalkınma görevlileri göndererek varlık göstermişti. Atina'da Savunma ve Güvenlik Analizleri Enstitüsü öğretim üyelerinden Ioannis Michaletos'a göre, o dönem çok daha az burs verilmiş ve Türkiye'nin yardım programı yerel elit ile Rusya'nın muhalefetinden ötürü başarısızlığa uğramıştı. Ancak bugün Türkiye, bursları destekleyecek daha sağlam bir eğitim sistemi ile daha müreffeh bir ülke ve Sahraaltı Afrika'nın kalbini ve beynini kazanma kampanyası başarılı olabilir. Michaletos, "Bu sadece bir iyi niyet gösterisi değil, daha ziyade diplomatik gücü artırmaya yönelik, dikkatle çizilmiş bir yol" diyor.
Türkiye, tüm Afrika ülkeleriyle bugün 16 milyar dolar olan ticaret hacmini, Cumhurbaşkanı Gül'ün ifadesiyle "birkaç yıl içinde" ikiye katlamayı amaçlıyor. Çin, yerli işgücüne alan yaratmak yerine işgücü ithal etmekle ve projeleri sağlıksız çevre koşullarında yürütmekle eleştiriliyorsa da esasen inşaat ve emtia ticareti anlaşmalarıyla Afrika pazarlarına hâkim konumda. Türkiye, Afrika'da, Çinlilerin tercih ettiği yöntemden daha sıcak bir yatırım yöntemi ile yol alıyor. Çin Afrika ülkeriyle iş ilişkilerinde Türkiye gibi daha sosyal bir yaklaşım benimseseydi, örneğin, dev yapı projelerine yerel işgücünü daha fazla dahil etse veya yerel halk ile Afrika'da yaşayan Çinliler arasında daha fazla kültürel alışverişe ön ayak olsaydı Türkiye'nin kazandığı itibardan bir nebze nasiplenebilirdi. Kültürel, eğitsel ve dinî bağlara dayanan insani ilişkileri teşvik eden Türkiye, çok daha düşük ticaret hacmine rağmen bölgesel etki anlamında Çin'i geride bırakmak için yarışıyor.
PAZARI ELE GEÇİRMEK
İş dünyasında Türkiye'nin gündemine ilişkin beklentiler hâlâ yüksek. Abdullah Bozkurt, Today's Zaman'daki köşesinde "Son yıllarda Türk dış politikasını yönlendiren en büyük mesele"nin Ticaret yapmayı ümit ettiği pazarları istikrarlaştırmak olduğunu yazıyor. Bozkurt, ülkesinin Somali'deki varlığını yakından takip edenlerden. Somali'nin önemli bir ticaret ortağı olması belli bir zaman alabilir, ama ülke onu uzun vadede cazip bir fırsata dönüştürecek bazı kaynaklara sahip. Araştırmalar da, kuzeydoğu Puntland eyaletinin tek başına 10 milyar varil petrole sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye halen günde yaklaşık 600.000 varil petrol ithal ediyor. Muazzam hidrokarbon rezervlerine ek olarak Somali, Afrika'daki en uzun deniz kıyısı ve büyük ticaret rotalarının merkezinde yer alışı dolayısıyla jeostratejik bir önem de arz ediyor. Çoğunlukla son derece karışık bir ülke olarak görülüp dikkate alınmadığı halde BBC Afrka Editörü Mary Harper'a göre, Somali'nin insan kaynakları ve ticari sezgileri sağlam. Harper, "finans hizmetleri, telekomünikasyon sektörleri…bunlarda çok büyük paralar var" diyor. Aynı zamanda ülkeyi yeniden inşa etmek için çok büyük bir ham madde ve vasıflı işgücü ihtiyacı söz konusu. "Türkiye yıllarca Somali'nin gözde yabancı gücü olarak kalırsa, bu fırsatlardan çok büyük ölçekte faydalanır" diye de ekliyor Harper.
El Şebab'ın Mogadişu'dan Afrika Birliği gücü tarafından sürüldüğü yıl başkentteki terör saldırıları büyük oranda azalmış, dolayısıyla da yabancı yatırım için daha güvenli bir yer olacağına dair umutlar doğmuştu. Mayıs ayında Mogadişu, "Diasporadaki Somalililer ülkeye dönecek ve işyerleri açacaklar" iddiasının ortaya atıldığı bir TED konferansına evsahipliği bile yaptı. BM'den Kleinschmidt, yeni projelerin –restoranlar, oteller, hastaneler, okullar- henüz başladığını söylüyor ve Türkiye, diğer yabancı güçlerden önce parsayı toplayabilecek konumda. Kısmen de olsa, Türk malları artık ülke pazarının başlıca kalemleri olmuş durumda, salt Türkiye'nin bağışta bulunduğu büyük meblağlardan ötürü. BM görevlileri bile Türk sütü içiyor.
Türk iş adamları, Kleinschmidt'e göre, Somali pazarında iki açıdan, Müslüman ve risk almaya açık oluşları sayesinde avantajlı konumdalar; Somali'ye gayet iyi uyum sağlayabiliyorlar. Bu, onlara, gelecek yılarda yabancı firmalara açılacak muazzam yeniden yapılandırma projeleri için teklif verme olanağı tanıyacaktır.
Mogadişu'da kâr amacı gütmeyen bir kalkınma grubu kuran Türk iş adamı Bilal Çelik, "Somalililer şimdi pazarlarında Batılı firma istemiyorlar. 'Sorunlarımız Amerika ve diğer ülkeler yüzünden başladı' diyorlar. Amerika ve diğer ülkeler olmadan yollarına devam etmek istiyorlar" diyor. Çelik, Nisan 2012 tarihinde kurulmuş olan Türk-Somali İşadamları Derneğine başkanlık ediyor. Dernek, 15 Somalili iş adamını, haziran ayında İstanbul'da düzenlenen "Türkiye-Dünya Ticaret Köprüsü" zirvesine getirdi.
Çelik 2012'de, dernek üyesi şirketler arasında, hemen hemen tüm kârın Türkiye'ye aktığı 50 milyon dolarlık bir iş hacmi bekliyor. Elbette bu meblağ, Türkiye'nin 2003'te 2,1 milyar dolar iken geçen yıl 10,3 milyar dolara ulaşan ihracatının ufacık bir dilimi, ancak Çelik, Somali'ye ihracat potansiyelinin, güvenliğin tam olarak sağlanması ile keskin bir şekilde artacağını öngörüyor. Bu yıl yapılan işin büyük kısmı, ona göre, yapı malzemeleri, tekstil ve otomobil yedek parçası sektörlerinde olacaksa da uzun vadede Türk yatırımcılar Somali restoranları, hastaneleri ve otelleri ile ortak girişimlerle ilgilendiklerini ifade ediyorlar.
Ne tuhaf ki bir iş derneğinin başkanı olarak Çelik, Türkiye'nin Somali'de kâr odaklı varlık gösterdiğini inkâr ederek, Türk hükûmetinin birinci önceliğinin, Somali halkını hayata döndürmek olduğunu ve öyle de kalacağında ısrar ediyor. Ama bu hayırseverlik olmuyor. Güçlü bir tüketici sektörünün ve orta sınıfının gelişmesi, Türk girişimcilerini tatmin edecek talepler yaratacaktır.
DUANIN GÜCÜ
Türkiye, Somali destek üssünü, normal insani yardımı aşan yollarla, gayet titizlikle kurdu. Okullara ve hastanelere ek olarak Türk yardım kuruluşları, yeni camiler inşa etti, Somali'nin en büyük camiinin restore edeceğini taahhüt etti ve iki ülke arasında bir "imam değişimi"ni planladı. Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığı ile yakın çalışan Türk Diyanet Vakfı (TDV), Somalili öğrencilere verilecek 1200 bursun yarısını ayarlamakla sorumluydu. 55 erkek ve 10 kadın, Türkiye'deki devlet üniversitelerinde İslam eğitimi alacak; geri kalan 550 burs kapsamında ise öğrenciler, Kur'an kurslarına ve geleceğin imamları ile İslamî akademisyenlerinin yetiştirildiği imam hatip liselerine gönderilecekler.
Kimi Somalili yorumcular, bu şekilde dine odaklanılmasından endişe duyduklarını ifade ediyorlar. 27 yaşında Kampala'da öğrenci ve Somali Repor köşe yazarı Mohamed Mubarak, bunu, yumuşak güç çalışması; Somali camilerinde ılımlı, Türkiye yanlısı bir güç olarak hizmet verecek bir imamlar lejyonunun eğitim planı olarak görüyor. Bu kadar çok Somaliliyi bursla Türkiye'ye getirmenin ardındaki asıl niyetin bu olduğuna inanıyor. Bu taktiklerin Somali için de iyi bir yatırım olduğuna da ikna olmamış ki "Dualar bizi manevi olarak geliştirebilir, ama şunu kabul edelim ki otoyol inşa edemez" diyor.
Son yıllarda Somali'de yabancı üllkelerce, özellikle de Körfez devletlerince çok sayıda medrese açıldı. En harap bölgelerde bile bir biçimde dinî eğitime erişilebiliyor. Ancak, İstanbul Galtasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Mehmet Arda'ya göre,bu, Türkiye'nin kendi ılımlı İslam modelini yayma çabalarını daha da önemli bir stratejik hamle yapıyor. Arda'nın ifadesiyle, "Türkiye diyor ki: 'Şayet bir İslam devleti olacaksa, başkalarının değil bizim İslam anlayışımıza uygun bir İslam devleti olması yeğdir"
Türkiye, Somali İslam ülkesi olmasaydı da onunla ilgilenebilirdi, ama Arda'ya göre o zaman bazı sivil toplum grupları bu kadar angaje olmazlardı. Arda, "dindar insanlar için başka insanların da kendileriyle aynı şekilde dindar olmasını istemeleri olağandır. Tek istedikleri o insanların kendileri gibi iyi Müslüman olmaları" diyor. Türkiye-Afrika ticaretinde son yıllarda kaydedilen yükseliş, dinî ve kültürel yardım ile diplomatik veya ekonomik ilişkileri desteklemenin değerini ortaya koymaktadır –ki bu geniş çaplı uygulamalarıyla bir örnektir. Ancak, Türkiye bu anlamda bir üstünlüğe sahip . Afrika'da faal olan çok sayıda Türk grubunun Gülen hareketiyle bağlantısı var. Bu dünya çapındaki hareketin esin kaynağı da, Türk imam Fethullah Gülen'in ılımlı İslamî öğretileridir. Gülen'in yazdıkları, fedakârlık, hoşgörü ve eğitim vurgusuyla oradaki Türk girişimcilerin kendi erdemli güç doktrinlerini çağrıştırıyor. Gülen, müritlerine, "Sistemin ana damarlarında kimse varlığınızı fark etmeden güç merkezlerine ulaşana dek ilerleyin. Devletin tüm gücünü ele geçireceğiniz ana kadar bekleyin" diye telkinde bulunduğu bir video kaydının sızması sonrasında 2000 yılında Türkiye'yi terk ederek ABD'ye gitmişti. Önce Türk devletinin laik yapısını çökertmeye çalışmakla suçlanan Gülen beraat etmiş, ancak ülkeye dönmemiş Pennsylvania'da kalmıştı.
Resmi bir yapı veya üyelik sisteminin söz konusu olmadığı Gülen hareketinin büyüklüğünü tespit etmek zor, ancak yalnızca Türkiye'de 10 milyonu aşkın müridi olduğu sanılıyor. Gülen'in, Türkiye'de iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), medya, düşünce kuruluşları ve üniversitelerin yanı sıra dünyada da 1000'i aşkın okulla bağlantısı var.
1990'ların sonlarından başlayarak Gülen'in öğretilerini takip edenlerce işletilen okullar, Sahraaltı Afrika'da birden bire mantar gibi çoğalmaya başladılar. Orta Asya-Kafkasya Enstitüsü İpek Yolu Çalışmaları Programı Kıdemli Üyesi ve Türkiye uzmanı Gareth Jenkins'a göre, Gülen hareketi için bölge son on yıldır "öncelikli bir saha" haline geldi.
Pek çok kez, Gülen okullarının, Afrika ülkelerinde bir Türk varlığı oluşturarak "çığır açan" ilk kurumlar olduğunu söylüyor Arda. Bugün Gülen bağlantılı Türklerin Somali'deki sayısı hızla artyıor. Ancak, onların misyonerlik gibi bir dertleri yok. Daha ziyade Gülenci okulların kıtadaki varlığı, bu Gülen bağlantılı Türk iş adamları ile işçilerin, özellikle de Afrika'nın başka ülkelerin adım atmaya korktukları bölgelerine girişlerini kolaylaştırdı. Türk İşadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu ile Türk Uluslararası İşbirliği ve Kalkınma Ajansı üyelerinin, Arda'ya göre, muhtemelen "Gülen hareketi ile bağı var", ancak bu çoğunlukla gayriresmi bir nitelikte.
Gülenci şirketler, Jenkins'a göre, Türkiye ile Sahraaltı Afrika ülkeleri arasında son iki yıldır kurulan yeni ilişkilerin arkasındaki itici güç. Arda da, kuruluşundan bugüne Türkiye Cumhuriyeti'nin, "gerçekten de bunlar dışında Kara Afrika ile herhangi bir diplomatik veya siyasi ilişkisi olmamıştır" diyor. Gülen hareketi, Türk iş adamları, yardım görevlileri ve kalkınma uzmanları ile kıtada yaşayan aynı anlayıştan yurttaşlarını buluşturarak Türkiye'nin temiz adının yayılmasını kolaylaştırıyor.
2011'de Somali'ye gelmeden önce Özbekistan, Kırgızistan ve Afganistan'daki Gülen okullarında çalışan Çelik, "Bizim okullarımız ülkeler arasında bir köprüdür –eğitim köprüleri, kültür köprüleri ve ekonomi köprüleridir" diyor. Arda'ya göre, Gülen hareketinin Sahraaltı Afrika'daki faaliyetleri herhangi bir artniyet taşımıyor. Sadece, daha büyük ve daha zengin ülkelerin uzun vadeli varlık gösterip otomatik etkiye sahip oldukları bir bölgede Türk usulü bir hamle.
İNSANÎ YARDIM KATALİZÖRÜ
Türkiye'nin Somali'de artan etkisi, başka ülkelerin de dikkatinden kaçmış değil. Mubarek'e göre, Türkiye'nin faaliyetleri, İran'ı, Mogadişu'ya girerek kendi İslam anlayışının yanı sıra temel ihtiyaç maddelerini dağıtmaya teşvik etti. Mubarek, Mogadişu'daki iki büyük İran kampında İslamî misyonerlik faaliyetini gözlemlediğini söylüyor. Takriben Türk Kızılayı görevlilerinin vardığı zaman Katar da kendi görevlilerini göndermişti. Mubarek, 2011 yazından beri Somali'de daha önce faal olmayan pek çok Arap yardım kuruluşunun da Mogadişu'ya geldiğini belirtiyor. Türkiye'nin Somali'ye en değerli katkısı, yine Mubarek'a göre, er geç başka ülkeleri de katılmaya teşvik ettiği yardım çalışmaları olabilir.
Harper, Şubat 2012'de Somali konulu Londra Konferanslarının sahne arkası toplantılarında, İngiltere Dışişleri Bakanlığından en üst düzey Afrika yetkililerinden birinin, Mogadişu sokaklarında her köşe başında bir Türk bayrağı görülmesini değerlendirdiğinden söz ediyor. Harper, "Türkiye'nin diplomatik ilgi odağı olmasından bir parça endişe ettiklerini düşünüyorum… Türkiye'nin doğrudan Mogadişu'ya girdiği, insanları oraya yerleştirdiği ve beş dakika içinde hepsinin de öldürülmediği veya kaçırılmadığı gerçeği, dünyanın geri kalanının suratına bir tokat gibi indi" diyor. Türkiye'nin insanî yardım çabalarının başarısı ayrıca Mogadişu'da durumun, çoğu tahminin aksine o kadar da kötü değildi. Diğer yabancı güçlerin insanî yardım misyonlarını bu derece şehrin dışında tutan da ödleklikten veya cahillikten ya da her ikisindendir.
Londra Konferansı'nda İngiliz yetkililer, "özellikle de Türkiye ile Katar'ın Somali'de siyasal İslamın yükselişini teşvik edeceklerinden endişe ediyor gibi görünüyorlardı" diyor Harper. Endişeleri, iki ülkenin de önkoşulsuz olarak el Şebab ile doğrudan müzakere edilmesinden yana oluşundan kaynaklanıyordu. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin yaptığı katkıları yok saymıyor. Daha ziyade Somali'de inisiyatifi yeniden, -hem de Türkiye, Katar ve diğer etkili İslam ülkelerinin desteğiyle- ele geçirmek istiyorlar.
Londra Konferansı'ndan sadece üç hafta önce İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Mogadişu'ya sürpriz bir ziyarette bulunarak ülkesinin Somali'yi yeniden inşa etme arzusunu tekrar tekrar dile getirdi. Bu heves en azından kısmen İngiltere'nin pek azı keşfedilmiş olan Puntland petrol rezervlerine olan ilgisiyle körüklenmişe benziyor ki bu rezervler, 2012 yılı başlarında iki ülke yetkilileri arasındaki görüşmelerin de konusu olmuştu.
İNSANA YATIRIM
Somali'ye para ve yardım görevlisi gönderilmesi, Türkiye için büyük bir siyasi itibar yaratmış ve Türk yatırımcılar ile yeni oluşan Somalili iş dünyası arasındaki ilişkileri şekillendirmiş durumda. Ancak, Somali'de Türklerin kampanyasında bölgede nüfuz yarışına girmiş bulunan diğer ülkeler açısında da yapıcı olabilecek bir başka önemli katkı da söz konusu: Somalili öğrencilere Türkiye'de eğitimleri için verilen 1200 burs.
İki ülke için de burs programı eşi görülmemiş bir ölçekte. Türk devleti, Sarıcaoğlu'na göre, daha önce tek bir ülkeye bu kadar çok burs vermiş değil. Somalililerin de bir yıl içinde tek bir ülkeden aldığı en büyük burs bu. Pek çok Somalili bugün Türk hükûmetinin cömertliğine öylesine inanıyor ki doğrudan Başbakan Erdoğan'a burs ricasında bulunmak için yazan öğrenciler dahi var. Bu mektuplardan bir tanesi Bossaso, Puntland'dan burs ve para bağışı talebiyle yazan 20 yaşlarındaki Abdi-Azizi İbrahim Yusuf'tan gelmiş: "Umudum ve arzum o ki ilk oğlumun adın Tayyip veya Erdoğan koyacağım" diyor ve şöyle devam ediyor: "Gelecek kuşağımızın aramızdaki kardeşçe tarihi öğrenmelerini istiyorum"
Bilgisayar mühendisliği okuyan 20 yaşındaki Hargeisalı Khadra Muhammed de, çoğu Somalili gibi devlet radyosunda yapılan duyurudan öğrenmiş bursu. Mogadişu'ya, İngilizce, matematik seviyeleri ile diğer sosyoekonomik statülerin değerlendirileceği sınav merkezlerine giden 10 bini aşkın öğrenci arasındaymış. 4 Ekim 2011 günü binlerce öğrenci söz konusu sınav sonuçlarını öğrenmek üzere Somali Eğitim Bakanlığında toplandığında el Şebab tarafından konulan bir bomba patlamış ve burs kazanan 70 öğrenci ölmüş, çok sayıda insan da ağır yaralar almış.
Mogadişu'dan gelen ve bugün Bilgi Üniversitesi'nde işletme ve ekonomi okuyan 20 yaşındaki Mohamed Hassan Mirre de o patlama olduğunda sınav merkezinin önünde bekleyen öğrenciler arasındaymış. "Caddede ölen pek çok insan gördüm. Öldürülenler arasında tanıdığım öğrenciler de vardı" diye anlatıyor hatırladıklarını. O da, İstanbul'daki prestijli okullardan Bilgi Üniversitesi'nde okuyan dokuz öğrenciden biri. 2011 yılı sonlarında bir yıllık İngilizce hazırlık sınıfına ve haftasonları devam edeceği Türkçe kurslarına başlamış. Üzerinde, İstanbul kışının hayatında hiç yaşamadığı soğuğundan korunmak için giydiği yeni bir mont var.
Elektrik mühendisliği okuyan 18 yaşındaki Abdirrahman Ahmed ve uluslararası ilişkiler öğrencisi 20 yaşındaki Ali Dahir de, seçtikleri bölümleri Somali'de okumalarının mümkün olmadığını, çünkü ülkelerindeki 20 üniversiteden hiçbirinde bu alanlarda eğitim verilmediğini söylüyorlar. 1996'da kurulan Mogadişu Üniversitesi de, ülkenin en iyi ve en eski üniversitesi, ancak Somali'deki üniversitelerin tamamı özel ve harç ücretleri Ahmed'in ailesi de dahil çoğu Somalili aile için ateş pahası.
Aldıkları burslarla Ahmed ve Dahir beş yılda Bilgi Üniversitesi'nden mezun olabilecek. Ahmed, "Ülkeme geri dönmek istiyorum, çünkü orada çok fazla elektrik mühendisi yok ve ülkemizi yeniden inşa etmek için daha fazla mühendise ihtiyacımız var" derken Dahir de, ülkesine döndüğünde Somali hükûmetinde görev almak istediğini söylüyor. Bu arada "gelişmiş bir ülkenin kültürünü de öğrenmek istiyor", zira İstanbul'a geldiğinde Dahir, dediğine göre, havaalanındaki kimlik kontrol noktalarından caddelerdeki mağaza çeşitliliğine kadar her şeyin nasıl da düzenli olduğunu görünce hayret etmiş.
Bursun birincil amacı, diyor Sarıcaoğlu, öğrencilerin Somali'ye döndüklerinde ülkelerine önderlik etmeleri ve ülkelerini yeniden inşa etmelerine yardımcı olmak. Ancak bu her zaman öğrencilerin hedefledikleriyle örtüşmüyor. Ekim ayındaki patlamada arkadaşlarının ölümüne tanıklık eden Mirre, örneğin, mezuniyetinden sonra da Türkiye'de kalmak istiyor. "Burada her şeyi bulabiliyorsunuz" diyor ve şöyle devam ediyor: "İstanbul'da her şey mevcut. Mezun olduktan sonra herhangi bir işe, ticaretle ilgili bir işe gireceğim." Çoğu burslu öğrenci, muhtemelen mezuniyetten sonra ülkesine dönecek; bu, bazı burslarda önkoşul, diğerlerinde de beklenti olarak belirtilmiş.
Türkiye'nin, Somali'ye yön verecek bu yeni kuşağı eğitme kararı uluslararası arenada pek ses getirmedi, Somali halkı içinde yumuşak güce destek bulmanın parlak bir yolu olarak kaldı. Mirre, Muhammed, Ahmed ve Dahir gibi Somalililer, ülkelerinde geleceğin CEO'ları, mühendisleri, diplomatları olacaklar. 70 milyon dolar karşılığında Türkiye'ye ömür boyu şükran ve hayranlık duygusuyla doldular.
Çoğu gelişmiş ülke son yıllarda Afrika ülkelerine cömert burslar verdi. UNESCO verilerine göre, yurt dışında çalışan Sahraaltı Afrikalı öğrenci oranı dünya ortalamasının üç katı. Ancak, Türkiye burs programıyla, alıcı ülkede uzun vadeli hakiki bir nüfuz kurmayı hedefliyor. ABD, Çin, Arap ülkeleri ve diğer büyük burs veren ülkelerde Afrikalı öğrenciler çoğunlukla mezuniyetlerinden sonra ülkelerine gitmemeyi seçiyorlar. Bu beyin göçü, öğrencilerin anavatanları için çok ciddi bir maliyet yaratıyor. 2009 yılında yapılan bir çalışmaya göre, "Sahraaltı Afrika'da 100.000 göçmen bu kayıp nedeniyle istihdam ediliyor ve ücretleri için her yıl 4 milyar dolar kadar para harcanıyor.
Mezuniyetlerinden sonra 1200 burslu Somalili misafir öğrenciyi ülkesine dönme şartı koşarak Türkiye aslında her iki ülkenin de öğrencilerin eğitiminden tam fayda sağlamasına yardımcı oluyor. Neticede, mezunların, ülkelerinde geleceğin diplomatları ve üst düzey yöneticileri olabilmeleri için Somali'de olmaları şart. Geleceğin bu elit kuşağıyla Türkiye, siyasi ittifaklar ve ticaret anlaşmalarına imza atacak. Öğrencilerin ülkelerine dönmesi Somali'de Türklere olan bağlılığın yayılmasını da hızlandıracak. Türk iş adamları, öğretmenler, diplomatlar zaten Somalililerle kaynaşmış olduğundan ülkesine dönen Somalili öğrenciler öğrenimlerini tamamladıktan uzunca bir süre sonra bile Türkçe konuşarak, Türkiye'nin meselelerini tartışarak Türkiye ile bağlarını koruyabilecektir.
Türkiye'nin altyapıyı yeniden inşa çabaları ile burs programının başarısı sıkı sıkıya bağlantılı. Burslu öğrenciler, Somali toplumu istikrarlı ve mezuniyetlerinden sonra bu yeteneklerinden yararlanmaya hazır ise ülkelerine dönmeye daha hevesli olacaklardır. Ek olarak, bu girişimler sonucunda, Türkiye'nin bu ülkedeki etkisini maksimize edecek bir eğitimli Somalililer ağı oluşuyor. Diğer burs veren ülkeler de yabancı mezunları, anavatanlarında daha güçlü kurumlar kurarak ve kültürel bağlarını sürdürecekleri olanaklar sunarak, ülkelerine dönmeye teşvik edebilirler. Ülkesine dönen mezun sayısı arttıkça ve öğrencilerin ülkelerinde daha fazla varlık gösterildikçe burslar, bağışçı güçlerin yurt dışında nüfuz oluşturması yolunda daha etkili araçlar olabilir.
ESRARENGİZ CÖMERTLİK
Çoğu Türk, ülkesinin giderek artan hayırseverliğiyle böbürleniyor. Ancak, hükûmetlerinin, pke çok Türk Bilgi gibi birinci sınıf üniveristelere kendileri gidemezken Somalililerin eğitimine onlarca milyon harcamasına kuşkuyla bakanlar da var. Adını vermek istemeyen bir öğrenci, örneğin, İstanbul Marmara Ünivesritesi'nde öğrenimi için aldığı ayda 150 dolarlık hükumet bursunu, Somalililere verilen tam bursla karşılaştırarak "Türkiye'ye odaklanmalı, Türklerin eğitimini iyileştirmeye çalışmalılar" diyor.
Dahası, Türkiye'nin kendi vahim insani krizleri de var. Ekim 2011'de Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu güneydoğudaki (metinden aynen) Van şehrini vuran 7,2 büyüklüğündeki deprem yüzünden yarım milyonu aşkın insan şehri terk etmek zorunda kalmıştı. Ancak, bu felaketin üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmekle birlikte 65 bin kişi hâlâ evsiz, şehrin banliyölerinde konteyner kamplarda yaşam mücadelesi veriyor, iş arıyor. Jenkins, "Güneydoğu'daki koşullar Somali'dekinden daha iyi olabilir, ama hâlâ pek çok bölgede çok ağır şartlar söz konusu. Türkiye'de yapılması gereken pek çok şey varken başkalarına bu kadar çok para harcanması gerçekten de tuhaf." diyor.
Türk yetkililerin Somali'ye yönelik devlet destekli burs programının varlığını inkâr etmesi şaşırtıcı değil. Bilgi edinme başvurusu sonucunda bir Türk gazeteci, Başbakanlık basın biriminden şöyle bir yanıt alıyor: "Somali ile ilgili özel bir program yoktur. Sözünü ettiğiniz faaliyetler Sayın Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan'ın Somali ziyaretiyle başlayıp insani farkındalık yaratan ve sivil toplum kuruluşları ve ilgili kamu kurumlarının işbirliğiyle yürütülen yardım ve katkılardan ibarettir". Türk bürokrasisinin mottosu: "Hiçbir şey sorma, hiçbir şey söyleme!"
"ERDEMLİ GÜÇ"ÜN PARADOKSU
Türk diplomasi çevreleri ve Somali'de faaliyet gösteren iş çevreleri partinin erdemli güç söylemine sıkı sıkıya bağlılar. Tanıtım kampanyası, Çelik'in, hedefinin daha yüksek kârlar olmadığında ısrar etmesinden hükûmetin Somali'de "siyasi çıkarlar" gütmediğini beyan etmesine kadar başından sonuna insani yardım kampanyası kadar ustaca yürütülmüştür. Evet, Türkiye'nin Somali'ye yardımları çoğunlukla hayırsever saiklere dayanıyor, ama bu açıklama, Türkiye'nin sınırları içindeki çoğu Somalili'ye nasıl muamele edildiğine bakınca çuvallıyor.
Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Programı Koordinatörü Oktay Durukan, "Somali'ye yardım Türkiye medyasında çokça yer buldu" diyor ve devam ediyor: "Ancak, halihazırda Türkiye'de Somalililerin ne durumda oldukları meselesini gerçekten araştırmak kimsenin aklına gelmiyor". Ülkelerinden kaçıp gelen o Somalililere Türkiye ne kadar güvenli bir yer sunuyor?... Şansları varsa, illegal bir iş buluyorlar, genellikle de standartların altında ücretlerle, sömürge koşullarında. Pek çok yerde ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Genellikle de 10-15'i bir araya gelip ucuz bir daire tutup birlikte hayat mücadelesi veriyor".
Pek çok sığınmacı bu yaşam biçimine dayanamıyor ve kaldığı şehri izinsiz terkedip kendilerine daimi yerleşimci statüsü veren Avrupa ülkelerine geçmeye çalışıyor. Durukan, Türkiye'nin aynı olanakları neden tanımadığını anlamadığımı ifade ederken, "Türkiye büyüklüğünde bir ülkeye bu sayıda mülteciyi barındırmak aşırı yük olmaz" diyor. Yeni bir sığınma yasasıyla mültecilere Türkiye'de daimi yerleşim imkânı sunabilecek yeni bir sığınma yasası üzerinde çalışılıyor, ama Durukan, gelecek birkaç yıl içinde herhangi bir değişiklik olacağından kuşkulu. Türkiye'nin Somali'ye yardım kampanyasının süreç üzerinde "sıfır etkisi" söz konusu, Durukan'a göre. Erdemli güç gerçeği bu. Türkiye, bölgenin vicdani lideri olmak için uğraşıyor, yoksa her yerde ve her zaman Somalililerin refahını artırmak için değil.
Yine de pek çok Somalili, Türkiye'nin yeni dış politika çabalarından fayda görmüş durumda. Diğer ülkelerin Somali'ye gönderdikleri insani yardım misyonları, Nairobi'de geri planda kalırken, Türk Kızılayı heyetleri yardımın Mogadişu'dan etkin biçimde yönetilebileceğini kanıtlamış bulunuyor. Türkiye bugün salt insan sermayesinin, kredi programları, yardım bağışları, iş anlaşmaları ve diplomatik zirvelerden daha iyi bir politika aracı olabileceğini ispatlamış oluyor. Türkiye'nin taktiklerinin tamamı diğer yabancı güçlerce adapte edilemeyebilir elbette, ama Gülen hareketi gibi yerel elitlerle yakın ve yaygın uluslararası eğitim ağları oluşturmuş birkaç ülke daha var.
Öte yandan diğer yabancı güçler de, Türkiye'nin doğrudan Somalililerle bağlantı kurma tarzını benimseyebilir. Türkiye'nin erdemli güç öğretisi, yardıma muhtaç olanları sadece mağdurlar ve tüketiciler olarak görmekten ziyade ümit vadeden öğrenciler, sezgisi güçlü girişimciler ve geleceğin liderleri olarak ele alıyor. ABD, çoğu Avrupa ülkesi ve Çin birdenbire, Türkiye'nin Somali'de yaptığı gibi çok sayıda yurttaşını çökmüş bir Afrika ülkesine yerleştirmeye kalkarsa bugüne dek Afrika'da yaptıklarına bakılarak çok daha büyük bir kuşkuyla karşılanacaklardır. Ancak bu gelişmiş güçler, uzun vadede Afrika ülkelerinin refahıyla ilgilendiklerini kanıtlayarak –yani, ta oralardan yardım bağışları yapmak yerinde kalkınma projelerinde yerel işgücünü istihdam ederek, daha fazla ciddi altyapı yatırımı yaparak, daha fazla burs ve kültürel değişim programı geliştirerek- Afrika'da kaybettikleri itibarı yeniden kazanabilirler.
Türkiye Afrika'da nüfuz kazanmak ve pazarlara girebilmek için erdemli güç doktrinini kullanırken hassas bir çizgide yürümek zorunda kalacaktır. Kıtada ticari ve politik olanakları sürdürmek için Türkiye fırsatçı olarak algılanmasına izin vermemelidir. Sahraaltı Arika ülkeleri, sınırları içinde petrol veya mineral kaynaklarının peşinde olan bu ülkelerin yıllardır yaptıkları gönülsüz yardımlardan sonra derinden incinmiş ve küstürülmüşlerdir. Bugüne dek Türkiye, bölgede faaliyet halindeki büyük gelişmiş güçlerin her birinden daha iyi bir ada sahiptir. Afrika toplumlarıyla dürüst ve iyi niyetli ilişkileriyle edindiği adı koruyabilirse, Türkiye'nin tüm bu ektikleriyle biçtiği ekonomik ve siyasi üstünlükler, erdemli güç öğretisinin imrenesi ve öykünesi bir dış politika anlayışı olduğunu kanıtlayacaktır. Sabır ve azıcık erdemle çok uzun bir yol katedilebilir.